Mücadele Tarihimizde Özyönetim… – DURAN KALKAN

By on 23 April 2017 0 1243 Views

Mücadele Tarihimizde Özyönetim Direnişleri ve YPS Deneyimi

2015-2016 kışında halkımızın Cîzre ve Sur öncülüğünde geliştirdiği Demokratik Özyönetim Direnişleri birinci yılını dolduruyor. Yeni bir direniş yılına giriş vesilesiyle, Cîzre halk meclisi eşbaşkanları Mehmet Tunç ve Asya Yüksel, yine halk meclisi başkanı Pakize Nayir şahsında tüm özyönetim direniş şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Her zaman onlarla gurur duyacağımızı ve izlerinden yürüyerek amaçlarını mutlaka başaracağımızı belirtiyorum.

Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı olarak 2015-16 kışında zengin dersler içeren çok önemli mücadele deneyimi yaşadık. Demokratik Özyönetim Direnişleri adıyla gelişen bu mücadele AKP-MHP faşizminin “çöktürme eylem planı” adı altındaki imha ve tasfiye saldırılarını boşa çıkarttığı gibi, halkımızın varlık ve özgürlük mücadelesini de çok önemli bir aşamaya taşıyarak adeta zaferin eşiğine getirdi. 2016 yılı boyunca kırda, ovada, şehirde yaz-kış ve gece-gündüz olarak Önderlik, halk, gerilla, özsavunma ve demokratik siyaset alanlarının topyekun direnişi temelinde yürütülen mücadelemiz bizi 2017’de daha etkili ve kapsamlı bir direniş mücadelesi yürüterek zafere ulaşacak bir noktaya getirmiş bulunuyor. Nereden bakılırsa bakılsın bütün veriler hem bizi özgürlük devrimini zafere taşımaya zorluyor hem de bunun için tarihin en büyük imkan ve fırsatlarını sunuyor. Eğer 2015-2016 yıllarının tarihi deneyimlerinin zengin dersleri doğru ve yeterli çıkarılabilir ve 2017 direniş yılında bu dersler temelinde özyönetim mücadeleleri doğru tarz, üslup ve yeterli tempoyla yürütülürse bunun sonucunun zafer olacağı kesindir.

Demokratik özyönetim, toplumların varoluş biçimi olan politik ve ahlaki yapılarının korunması, ahlak ve politikaya işlevlilik kazandırması anlamına geliyor. Politika ve ahlakın işlevli olma önündeki engellerin temizlenmesini, politik ve ahlaki topluma yöneltilen saldırılar karşısında toplumsal gerçeğin savunulmasını ifade ediyor. Demokratik özyönetim, demokratik toplum olarak var olmayı içeriyor. O da bilinçli ve örgütlü toplum, politik ve ahlak temelinde kendi yapısını işleten ve kendisini özgürce yaşatan toplum anlamına geliyor.

Demokratik Özyönetim Direnişi, Toplumun Kendini Savunma Biçimidir

Demokratik özyönetim, toplumun doğal ve özgürce varoluşu ve işlerinin düzenleyişi olarak ifade edilebilir. Bu temelde de kökleri doğal topluma kadar götürülebilir. Kadın öncülüğündeki neolitik devrime, tarım-köy toplumuna kadar derinleştirilebilir. Toplumun politik-ahlaki yapısına yani doğal duruşuna yönelik her saldırı toplumsal yapıyı parçalamayı, dağıtmayı ifade ettiği gibi bu tür saldırılara karşı her direniş de aslında politik ahlaki toplum yapısını savunma yani demokratik toplumu, onun özyönetim gerçeğini koruma anlamına gelir. Bu bakımdan da iktidar tarihi boyunca iktidar ve devlet gücünün toplumlara dönük her türlü saldırısı karşısında doğal toplumun özgürce var olma ve demokratik yapısını sürdürme yönündeki her türlü mücadelesi, direnişi, çabası demokratik özyönetim direnişi anlamına geliyor. Bu temelde klanların, kabilelerin, aşiret toplumlarının, halk topluluklarının kendisini belli amaçlar temelinde bir araya getirmiş bütün toplumsal yapıların demokratik varlıklarını koruma ve sürdürme yönündeki duruşlarını, demokratik toplumun özyönetim duruşu olarak tanımlayabildiğimiz gibi onları korumak için gösterilen direnişleri de demokratik özyönetim direnişleri olarak tanımlayabiliriz. Bu anlamda tarihin en çok tanık olduğu biçim, demokratik toplum olarak varolma biçimi, demokratik özyönetim diye tanımladığımız politik-ahlaki toplum gerçeğinin işleyişi ve kendini savunma biçimidir. Her türlü iktidarcı-devletçi saldırı karşısında özgür toplum direnişi bunu ifade etmiştir. İlkçağın despotlarına karşı, Ortaçağın derebeylerine karşı olduğu gibi kapitalist modernitenin, Önder APO’nun deyimiyle, her şeylerini açıkça ortaya koyan ve çıplak saldırı yürüten diktatörlüklerine karşı toplumsal kesimlerin, etnisitenin, çeşitli sınıf ve tabakaların bilinçli ve örgütlü toplumsal güçlerin, demokratik komünal yaşamda ısrar eden toplulukların gösterdikleri direnişlerin hepsi demokratik özyönetim direnişi oluyor. Aslında demokratik toplumun komünal yaşam ve kolektif çalışma, toplumsal ahlak ilkeleri temelinde özgür yaşamını, demokratik politikayı, demokratik siyaseti işletme çerçevesinde geliştirme gerçeğini ifade ediyor.

Toplumu savunmak komünalizmi, toplumun sosyal var oluşunu savunmak anlamına geliyor. Modern çağda bunun en somut örneğini Fransa’da Paris Komünü direnişinde görüyoruz, Rus Devriminin başlarında Sovyetlerin örgütlenişi ve direnişlerinde görüyoruz. Kürdistan tarihinde ise bu kabile ve aşiret toplulukların ortak, komünal yaşam gerçeklerini savunma ve sürdürmelerinde görüyoruz. Demokratik özyönetimin toplumla bu derece bağlı olduğunu ve doğal toplumu savunma anlamında bir demokratik mücadele gerçeğini ifade ettiğini belirtmemiz gerekiyor.

PKK Direnişinin Pratik Yapılanışı, Demokratik Özyönetim Direnişidir

PKK tarihi açısından her ne kadar çeşitli teorik tanımlar geliştirilse de, iktidar ve devlet amaçlı programlar oluşturulsa da, yine devlet yaratmayı hedefleyen stratejik ve taktik tanımlar geliştirilmeye çalışılsa da, pratikte bir bütün olarak PKK direnişinin pratik yapılanışını demokratik özyönetim direnişi olarak tanımlamak hatalı değildir. Faşist-soykırımcı sistemin Kürt toplumunu köklerinden koparma, örgütlülüğünü parçalama, bütün düşünsel ve manevi değerlerinden kopartıp bu alanda başkalaşmaya uğratarak sadece posası çıkmış bir maddi güç olarak yaşatma çabasına karşı, Önder APO öncülüğünde gelişen PKK’nin felsefik, ideolojik, politik, örgütsel pratik duruşu, tümüyle bu faşist soykırımcı saldırıya karşı birey ve toplumun kendi kökleriyle, tarihsel gerçekliğiyle, dil ve kültür yapısıyla yeniden buluşmasını, kendi köklerine kavuşmasını ve kökleri üzerinde varlık gösteren ve özgürce yaşayan bir yapıya kavuşmasını amaçladığı tartışma götürmeyen bir gerçek oluyor. Bu anlamda PKK mücadelesi içerisinde ortaya çıkan zihniyet ve vicdan devrimini, kişilik değişim ve dönüşümünü ifade eden kişilik devrimini, faşist soykırımcı düzenin verdiği her türlü ruh, duygu, düşünce ve davranış kalıplarını yıkarak kendi doğal kökleriyle, toplumsal gerçekliğiyle dil, kültür ve tarihiyle buluşup özgür birey, özgür toplum gerçeğine ulaşma yönündeki mücadelesi tamamen bunu ifade ediyor. Önder APO’nun deyimiyle, PKK mücadelesinin en esaslı yanı burasıdır. PKK Devriminin en kalıcı, en çok çekici olan, insana moral coşku kazandıran boyutu da burası oluyor.

Dikkat edilirse; kırk yılı aşkın bir süreci aşan mücadele içerisinde çok güçlü bir siyasi-askeri yapılanma ortaya çıkarılmış bulunmuyor. Gerilla düzeyinde bir askeri yapılanmayla, Parti öncülüğünde oluşan bir demokratik topluluk yeterince örgütlenememiş, inşa olamamış, ham bir demokratik ulus gerçeğinin ortaya çıkabilmiş olduğunu görüyoruz. Bu anlamda onbinlerce şehit vererek tarihin en zorlu mücadelesini içeren bu büyük mücadele sonucunda demek ki devlet ve iktidar gücünü ifade eden kalıplaşmış bir siyasi ve askeri yapılanma çok gelişmemiş bulunuyor. Peki bu kadar şehit ne için verildi? Bu tarihi mücadele neden yürütüldü? Bu mücadele kalıcı olarak hangi sonuçları verdi? Madem siyasi ve askeri alanda çok ileri düzeyde bir gelişme ortaya çıkaramamışsa hala bu mücadele nasıl ayakta kalıyor, neye dayanarak bu kadar çekim gücü oluyor? Kürt toplumunu, yerel ve bölgesel düzeyde aşarak, DAİŞ faşizmine karşı Şengal, Kobanê, genelde Rojava ve Başur direnişlerinde görüldüğü gibi insanlığın umudu ve çekim merkezi haline ne getiriyor?

PKK Mücadelesinin Yarattığı En Büyük Kazanım Demokratik Toplumu Ortaya Çıkarmasıdır

Elbette yaşanan bu durum karşısında insanın aklına bu tür soruları sormak geliyor. Bu soruları sorup, bunlara ilişkin cevaplar aradığımızda karşımıza kişilikte ortaya çıkardığı değişim ve dönüşüm gerçeği ortaya çıkıyor. PKK mücadelesinin en büyük kazanımının soykırıma uğratılmak istenen, katliamlarla ve asimilasyonla yürütülen soykırım saldırısı altındaki Kürt bireyi ve toplumunun her türlü soykırımcı etkiden kurtarılarak özgür birey ve demokratik toplum haline getirilmesi gerçeği en temel sonuç olarak, gelişme gerçekliği olarak karşımızda duruyor. Kırk yıllık PKK Mücadelesinin yarattığı en büyük kazanım özgür bireyi ve demokratik toplumu ortaya çıkarması oluyor. Bu gelişme, özgür birey ve demokratik toplum olma o kadar çekici ve heyecan verici ki, hem hiçbir devlet gücünün karşısında duramadığı faşist DAİŞ saldırıları karşısında durma, ayakta kalma ve onu geriletme gücünü gösteriyor, hem de bütün insanlığa öncülük ederek onlar için bir coşku ve heyecan kaynağı, bir çekim merkezi haline geliyor.

Burada ortaya çıkan sonuç ne? Demek ki çok değerli olan, kalıcı olan, gerçek olan katılaşmış, içine baskı ve şiddete dayalı her türlü sömürü, soygun, çıkar mücadelesi sinmiş siyasi ve askeri yapılanma olmuyor. Bu tür yapılar birey ve toplumda, insanlıkta heyecan yaratmıyor, çekim gücü olmuyor. Geçici olarak insanların gözünü boyayıp, aldatsa, çekse de giderek hızla bu değerini kaybedip çöküş yaşıyor. Devletçi uygarlık tarihi boyunca bu kadar sık devletlerin çökmesi, yerlerine hep yenilerinin kurulması Önder APO’nun deyimiyle, kar topu gibi yuvarlana yuvarlana yerlerine yenilerinin konması, buradan kaynaklanıyor. Buna karşın özgür birey ve demokratik toplumda ifadesini bulan demokratik komünal yaşam gerçeği, demokratik ulus olma gerçeği hem en büyük direnme gücünü, kuvvetini ortaya çıkarıyor hem de en büyük çekim gücü oluyor. Bunu kırk yıllık mücadelemizin sonucunda açık bir biçimde görüyoruz.

Bu çerçevede kişilik değişimi-dönüşümü için, eleştiri-özeleştiri temelinde, zihniyet ve vicdan devrimini gerçekleştirmeyi ifade eden en ciddi kişilik devrimi demokratik özyönetim direnişi oluyor. Birey ve toplum kendi gerçeğiyle buluşuyor ve ona dönük her türlü saldırıya karşı ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi yürütüyor. Eleştiri-özeleştiri ile kendini yeniliyor. Sınıf ve cins mücadelesi temelinde kendi özgür birey, demokratik toplum gerçeğiyle buluşuyor.

Hilvan Direnişi, İlk Toplusal Direnme Mücadelesi Oluyor

Bu genellemeyle birlikte, mücadele tarihimiz içinde toplumsal düzeyde demokratik özyönetim direnişlerinin öncüsü diyebileceğimiz 1978 yılında gelişen bir Hilvan Direniş gerçeğimiz mevcuttur. Hilvan direnişi, PKK Hareketinin ilk toplumsal direnme mücadelesi oluyor. Daha öncesinde Suruç’taki cenaze töreninden oluşan serhildan girişimi, yine Haki Karer yoldaşın katliamının intikamını alma biçimindeki devrimci intikam direnişleri, faşist polis saldırılarına karşı gençliğin kendini koruma direnişlerinin ötesinde bütün kesimleriyle toplumu örgütleyerek demokratik özyönetime kavuşmuş bir toplum gerçeğini ortaya çıkarmayı ifade eden direniş Hilvan Direnişi oluyor.

Hilvan’da toplumun üzerinde hükümranlık kurmak isteyen ve sırtını faşizme, sömürgeciliğe dayamaya çalışan bir sosyal çete grubuna karşı, böyle bir çete grubunun Hilvan’ı denetime alma istemine karşı yediden yetmişe, kadın-erkek bütün toplumu bilinçlendirerek ve örgütleyerek kendi demokrasisini kurma, kendi kendini yöneten bir demokratik toplum örgütlülüğüne kavuşturma temelinde gelişen mücadele sonuçta zafer kazanıyor. Hilvan direnişi hem hedeflediği güçler, hem örgütlü yapısı, hem de ortaya çıkardığı muzaffer sonuçlarla gerçekten de bugün demokratik özyönetim direnişleri olarak tanımladığımız mücadele biçiminin ilk mükemmel ve zafer kazanmış örneğini oluşturuyor.

Hilvan Direnişinden Öğrenilecek ve Bugüne Taşınacak Çok Şey Var

Bu açıdan Hilvan direnişinden öğrenilecek, ders çıkartılarak bugüne taşınacak çok şey vardır. Aslında bunun yeterince yapılamamış olması, sanki mücadele tarihimizde böyle bir zafer kazanmış bütünlüklü ve ciddi deneyim yokmuş gibi 2015-2016 mücadelesine sıfırdan başlarcasına, çok amatörce girişilmesi gerçekten de ciddi bir eksikliği ortaya çıkarıyor. Demek ki mücadele tarihimizin derslerini yeni süreçlere yeterince taşıyamıyoruz. Tarihsel dersler yeterince çıkarılamıyor. Yeni süreçlere aktarılamıyor, kopukluk var, parçalılık var. Dolayısıyla her yeni süreç bir öncekinin birikimi üzerinde gelişerek daha büyük zaferlere ulaşacağı yerde neredeyse sıfırdan başlayan, bir öncekini daha geri biçimlerde tekrarlayan bir durumu yaşıyor. Bu bizim için ciddi bir eleştiri ve özeleştiri konusu da oluyor. Özellikle de Parti öncülüğünün bu durumda olması, anlık, günlük, aylık, yıllık dersleri tüm boyutlarıyla ve derinliğine çıkararak yeni süreçlere güçlü bir biçimde taşımaması açık ki bizim mücadele pratiğimizin en olumsuz yanı oluyor.

Önder APO’nun süreçleri birbirinden kopardığımıza dönük eleştirileri, ortaya çıkan imkan ve fırsatları doğru ve yeterli bir biçimde değerlendiremediğimiz yönündeki eleştirileri aslında bu gerçekliği ifade ediyor. Pata kalan, ne zafer ne yenilgi çizgisinde seyreden, bu kadar cesur ve fedakar bir mücadeleye dayanmasına rağmen ortaya çıkan sonuçları biriktirerek yeni ve daha büyük bir hamleyi geliştiremeyen, dolayısıyla çoğunlukla tekrarda kalıp, zafer yaratamayan mücadele gerçekliği bunu ifade ediyor. Önder APO bunu devrim yapmaktan korkmak olarak da değerlendirdi. Devrim yapmanın, devrimci gelişmeler yaratmanın tarzını, iradesini, ortaya çıkaramamak, eylemini geliştirememek olarak ifadelendirdi. Bu bizim için üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir gerçeklik oluyor.

Geç de olsa şimdi 2015-2016 kışında gelişen Cizre, Sur, Nusaybin, Şırnak, Gever başta olmak üzere Kuzey Kürdistan’ın kent ve kasabalarındaki demokratik özyönetim direnişlerinin derslerini çıkartmaya çalışırken, bununla birlikte Hilvan direnişinin derslerini de çıkarmaya çalışmak, mücadele tarihimizin bu ilk dönemine giderek, o zaman yürütülen mücadeleden, mücadeleyi irdeleyip zafer yaratan etkenleri oradan bulup kesinlikle günümüze taşımak gerekiyor. Hilvan mücadelesinde de başlangıçta sıkıştığımız, zorlandığımız biliniyor. Kendi başımıza hareket ettiğimizde, mücadeleyi sadece Hilvan’la sınırladığımızda, bilinçli ve örgütlü bir yapıya dayanmadığımızda, kendimizi mücadele için eğitip hazırlamadığımızda Hilvan’da da zorlandığımız, darbe yemekle yüz yüze geldiğimiz bilinen bir gerçektir.

Hilvan’da yaşanan durumun tersine dönmesi ve birkaç aylık doğru mücadele tarzıyla, feodal çete grubunu teslim alıp, direnişi zafere götüren sonucun ortaya çıkartılması kesinlikle bu hata ve eksikliklerin düzeltilmesiyle oluyor. Bunları genelde nasıl tanımlayabiliriz? Bir; Çok amatörce hareket eden değil, imkanları fırsatları değerlendirerek kendini eğiten, kendi başına hareket eden değil, yediden yetmişe, kadın-erkek, çocuk-yaşlı bütün toplumsal kesimi örgütleyip mücadeleye katan. Sadece Hilvan’la yetinen değil, Diyarbakır’dan Antep’e kadar, Urfa’nın bütün kasabalarını içine alan geniş bir alanda mücadeleyi planlayıp yürüten, bilinçlenmeyi ve örgütlenmeyi önemseyen bir tarzın Hilvan’da zaferi getirdiğini pratik deneyimi incelediğimizde açık bir biçimde görüyoruz. Aslında 2015-2016 kış direnişlerinin zaafiyetlerin önemli bir kısmının da belirttiğimiz bu eksiklikleri içerdiğini insan rahatlıkla görebiliyor. Daha sonraki süreçlerde gelişen mücadeleyi de kuşkusuz bu kapsamda saymak lazım. Zindandaki derin özeleştiriye dayalı, kendi özgür birey ve demokratik toplum gerçeğinden, özgürlük amacından vazgeçmeyen o kahramanca direniş, 15 Ağustos atılımı temelindeki gerillanın kahramanlıkları birer özsavunma ve özyönetim direnişi özelliği taşıyor. Daha çok ‘90’ların başındaki ulusal diriliş devrimini ortaya çıkartan mahallelerde, köylerde, kasabalarda gelişen halk serhildanları bu gerçekliğe fazlasıyla denk düşüyor.

Gerillanın savunması, halkın demokratik mücadele ve serhildan temelinde kendini savunması, Önder APO’nun felsefik, teorik, ideolojik olarak her türlü zihinsel ve psikolojik sömürgeci-soykırımcı saldırıya karşı Kürt bireyini ve toplumunu özgür birey, demokratik toplum çizgisinde savunmayı öngören düşünsel gerçekliği, bir özsavunma ve özyönetim direnişi özelliği taşıyor. Uluslararası komploya karşı İmralı mücadelesi içerisinde gelişen paradigma değişimi, özgür bireye dayalı demokratik komünal toplum çizgisi, meclis ve komün örgütlenmesini ifade eden demokratik toplum, demokratik ulus gerçeği bu temeldeki demokratik konfederalizm çizgisinde örgütlenmiş toplum yapısı da bu gerçekliği ifade ediyor.

Çoğunluğun Egemenliğini İfade Eden Demokrasi Anlayışı Artık Aşılıyor

Kapitalist moderniteye karşı yeni dönem devrimi politik ahlaki toplumu savunma devrimi olarak ortaya çıkartılan demokratik modernite kuramı, bunun zihniyetten yaşama kadar, birey ve toplumun inşası, özünde bir demokratik özyönetim mücadelesi, demokratik özsavunma mücadelesi olma özelliği taşıyor. Dikkat edilirse, paradigma değişimiyle birlikte gelişen mücadele süreci demokratik komünalizmi ve demokratik konfederalizm çizgisindeki yeni toplumsal örgütlenme ve eylemsellik tümüyle demokratik özyönetim mücadelesi olma özelliği taşıyor. Aslında toplum demokratik olarak var. Demokrasi kendini özgürce yaşatma, var etme, yürütme, idare etme anlamına geliyor. Günümüzde bu bir çok çevre tarafından da gittikçe daha fazla kabul ediliyor. Geçmişin, çoğunluğun egemenliğini ifade eden demokrasi anlayışı artık herkes tarafından aşılıyor. Onun yerine yerelin kendini yönetmesi, halkın bütün kesimlerinin demokratik özerklik temelinde kendini yönetmesi, zayıf olanın, az olanın haklarını koruyan, savunan bir sistemin geliştirilmesi, gerçek demokrasi olma özelliğini taşıyor. Giderek bu bilinç yaygınca gelişiyor ve bu gerçeklik herkes tarafından kabul edilir hale geliyor. Önder APO’nun demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizm çizgisi tam da böyle bir toplumsal örgütlülüğü, toplumun demokratik örgütlenme ağına kavuşturulmasını ifade ediyor ve içeriyor. Bu nedenle demokratik modernite inşası aslında tüm sorunların çözümünü getirebilecek temel bir adım olarak görülüyor. Demokratik özerklik ve demokratik konfederalizm bugün kapitalist modernite sisteminin ortaya çıkardığı bütün toplumsal sorunlara çözüm getiren en güçlü teorik ve politik formül olarak ortaya çıkıyor. Bir çok çevre bu gerçeği yaşanan pratikte daha çok görüyor, anlamaya çalışıyor. Böyle bir düşünceye yönelim çok fazla var. Önder APO’nun geliştirdiği çizgi tümüyle bunu ifade ediyor.

2005’ten itibaren KCK ilanıyla birlikte başlayan süreci biz bilinçli ve örgütlü bir biçimde demokratik ulus inşası, yani politik ve ahlaki toplumun işletilir, geliştirilir ve savunulur hale getirilmesi süreci olarak ifade edebiliriz. Her türlü devrimci çalışmamız böyle bir teorik çizgiye, teorik anlayışa ve ideolojik-politik çizgiye kavuşmuş bulunuyor. Eğer teori ve çizgi doğru anlaşılmış olsa ve pratiğe başarıyla geçilmiş olsaydı, şimdiye kadar bütün pratik gelişme böyle bir inşa süreci olacaktı. Fakat eskiyi aşamadığımız, yeni çizgiye giremediğimiz, dolayısıyla demokratik ulusu inşa edememe, bu temelde toplumu tüm yaşam boyutlarında demokratik örgütlülüğünü geliştirememe durumunda kaldığımız açıkça görülen bir durum. Yeni çizginin öngördüğü meclislere ve komünlere dayalı demokratik toplum inşası temel çalışma olması gerekirken, bu konuda son derece dar, yüzeysel bir yaklaşım ve şematik tutumun hakim olduğunu görüyoruz. Biçim olarak bir çok alanda meclisler, komünler oluştururken aslında çok fazla içinin dolu olmadığını, toplum yaşamında bir anlam, değer ifade etmediğini pratik deneyimlere bakarak görüyoruz.

Böyle bir süreçte AKP’nin geleneksel ulusalcı çizgiyle, Kürt düşmanı Kürt karşıtı çizgiyle uzlaşarak Kürt soykırımını başarıya götürmek için topyekun özel savaş saldırısıyla karşı karşıya kalınca strateji değiştirme, dördüncü stratejik dönem olarak ifade ettiğimiz Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde demokratik konfederalizm örgütlülüğünü kendi öz gücümüzle örgütleyip geliştirerek ve her türlü faşist soykırımcı saldırıya karşı savunarak devrimi geliştirme gereğiyle yüz yüze geliyoruz. Bunun ilk deneyimi 2010-2012 sürecidir. Böyle bir süreçte gerçek anlamda Önderlik çizgisini anlayamadığımız, özümseyemediğimiz, bu temelde kendimizi yenileyip değiştirerek örgüt ve mücadele tarzında demokratik konfederalizm çizgisinin gereklerine göre bir mücadele yürütemediğimiz biliniyor. Daha çok 2011-2012 mücadelesi her ne kadar söylem olarak demokratik özyönetim mücadelesi biçiminde tanımlansa da pratik olarak AKP faşizminin imha ve tasfiye amaçlı saldırı planını boşa çıkartacak dar bir gerilla direnişi konumunda seyrettiği bilinen bir gerçek oluyor. Böyle bir direnişin AKP’nin imha ve tasfiye planını boşa çıkardığını, başarısız kıldığını, ama Kürt toplumunun demokratik konfederalizm çizgisinde örgütleyerek, demokratik özyönetimini geliştirmediğini de biliyoruz. Bu anlamda 2011-2012 direnişinin Önderlik çizgisinin gereklerine uygun olmadığını, eskiyi aşamamayı, yeni paradigmanın ve Devrimci Halk Savaşı stratejisinin gereklerine göre bir demokratik özyönetim direnişi haline gelemediğini daha sonraki süreçte yürüttüğümüz tartışmalarda, yine Önder APO’nun eleştirilerinde açığa çıkarmış ve anlamış bulunuyoruz.

2013 ateşkes süreci, savaş içerisinde yapamadığımızı, çatışmasızlık içerisinde yapma imkan ve fırsatını sunduğu, ciddi bir avantaj yarattığı biliniyor. Önder APO daha sonra bu gerçekliği net bir biçimde ifade etti. Fakat 2013-14 sürecinin bu temelde içerdiği avantajı, sunduğu imkan ve fırsatı değerlendirmekten de uzak kaldığımız bilinen bir gerçek oluyor. Sonuçta Önder APO 26 Haziran 2014 tarihli talimatında bu duruşumuzu çok açık ve sert bir biçimde eleştiriye tabi tuttu. Kendimizi değiştirmemizi istedi. Önderlik çizgisini teorik, ideolojik, politik, stratejik ve taktik olarak doğru ve yeterli anlamamızı ve uygulamamızı istedi. Hatta, bunu yapamıyorsanız o zaman yaptıklarınıza kendi adınıza sahip çıkın, benim adıma yapılan işler olduğunu söylemeyin, dedi. Bunun üzerine yürüttüğümüz tartışmalar, geliştirdiğimiz özeleştiriler sonucunda biz gerekli düzeltmeleri yaparak demokratik modernite çizgisinin gerektirdiği mücadeleyi pratikte yürütmek üzere yeni arayışlar ve çabalar içerisine girdik.

DAİŞ Faşizmi Karşısındaki Direnişler Demokratik Özyönetim Direnişleridir

Böyle bir süreçte DAİŞ faşizminin Şengal’e ve Kobanê’ye saldırısı, ona karşı direnerek Rojava Devrimini koruma, Êzîdî halkımızı soykırımdan kurtarma ve böylece Ortadoğu halklarının başına bela edilmiş bir faşist guruyu gerileterek Ortadoğu halklarının demokratik devrimini ve birliğini geliştirme yönünde önemli bir imkan ve fırsat yakaladığımız ve Şengal ile Kobanê direnişleri başta olmak üzere Rojava ve Başur’da gelişen gerilla direnişi ile bu konuda önemli gelişmeler kaydettiğimiz biliniyor. Aslında Kobanê direnişini, bir bütün Rojava’da DAİŞ faşizmi karşısındaki direnişlerin hepsini birer demokratik özyönetim direnişi çerçevesinde ele alabiliriz. Fakat dikkat edilirse bütünlüklü değildir. Dardır, sınırlıdır, topluma dayanma, toplumsal örgütlülük temelinde yürütülme yanı azdır. Daha çok öne çıkan özgürlük savaşçılarına, gerilla gücüne, silahlı güce dayanarak yürütülüyor olmasıdır. Bu bakımdan Rojava ve Şengal pratiğinin de dikkatlice incelenmesi, eleştirel ve özeleştirel bir bakış açısıyla değerlendirilip, doğru ve yanlışlarının açığa çıkartılıp, nedenleri ile birlikte dersleri ortaya çıkartılarak içinde bulunduğumuz yeni mücadele süreçlerine bu derslerin taşırılması gerekiyor.

Bütün bunlarla birlikte en önemli ve büyük bir birikimi ifade eden direnişlerden birisi ve en sonuncusu 24 Temmuz 2015 tarihli AKP Hükümeti öncülüğünde yürütülen topyekun özel savaş saldırısı karşısında gelişen Kuzey Kürdistan kentlerindeki Demokratik Özyönetim Direnişleri oluyor. Dikkat edilirse böyle bir saldırıyla karşılaşmadan önce biz hareket olarak bu tür saldırıların gelişeceğini biliyorduk. Bunun için de saldırı olasılıklarına karşı zamanında hazırlıklı olmamız gerektiğini tespit etme ve kararlaşma durumunu yaşamıştık. Diğer yandan 2011-2012 Devrimci Halk Savaşı pratiğinin derslerini çıkarma sonucunda olası bir faşist soykırımcı saldırı karşısında gelişecek direnişin halkla birlikte olması, kentlerde olması, demokratik özyönetim örgütlülüğüne ve ilanlarına dayanması, onları savunmayı ifade etmesi gerektiği konusunu da yeterince bilince çıkarmıştık. Fakat 24 Temmuz 2015’ten itibaren karşılaştığımız topyekun özel savaş karşısında gelişen pratik bütün bunların ancak söylem ve teori düzeyinde anlaşıldığı, bilince çıkarıldığı, fakat pratik gereklerinin yerine getirilmediğini açık bir biçimde gördük.

7 Haziran Seçim Sonucu ve Kobanê Zaferi, Faşist-Soykırımcı AKP’nin Gözünü Korkutmuştu

AKP faşizmi DAİŞ çetelerini kurtararak ve ABD’den de destek alarak 24 Temmuz topyekun özel savaş saldırısına yöneldiğinde biz böyle bir saldırıya karşı anında ve doğru bir çizgide hamlesel direniş geliştirmeye yeterince hazır değildik. Daha çok sürecin 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarına göre işleyeceğini ancak ileriki bir süreçte işlemezlik kazanırsa böyle bir saldırının ve ona dayalı çatışmanın gündeme geleceğini yönetim olarak değerlendiriyorduk. Gelişmeler çok fazla hızlı oldu. Bizim öngörülerimizi aştı. Birdenbire 7 Haziran seçim yenilgisini ve Kobanê yenilgisini çeşitli ittifaklarla tersine çevirerek faşist soykırımcı topyekun saldırıyı AKP’nin geliştirmesi ile karşılaşınca nasıl bir tutum geliştireceğimiz konusunda belli ölçüde bir zorlanma, tartışmalı durum, kafa karışıklığı yaşadık. Kısmen örgütlü ve hazırlıklı güçlerimiz gerilla ile kendisini silahlı özyönetim gücü olarak örgütleyen YDG-H örgütlülüğüydü. Onun dışında meclisler ve komünler biçiminde uzun süredir yürütülen toplumsal eğitim ve örgütlenme çalışmalarının çok ciddi, dişe dokunur, kendi savunur bir konumda olmadığı görüldü. Oysa faşist soykırımcı rejim kendisini toparlayarak Özgürlük Hareketimizi imha etmek ve Kürt soykırımını tamamlamak üzere topyekun özel savaş saldırısını başlatıyordu. ABD’nin yaktığı yeşil ışıktan aldığı desteği kullanarak bu amacı başarmak istiyordu. 7 Haziran seçim sonucu ve Kobanê zaferi, faşist-soykırımcı AKP’nin gözünü korkutmuştu. Hızla böyle bir amacı başaramaz, imha ve soykırım hedefini gerçekleştiremezse geleceğin kendisi için yok oluş olacağını, Kürt Özgürlük Direnişinin ve devrimin yeni zaferler kazanarak ilerleyeceğini görüyordu. AKP faşizmi bundan duyduğu korkuyla alelacele ve biraz da can havliyle saldırıya geçti.

Düşman Saldırıları Karşısında Direnmeyen Tutum Soykırımın Başarısına Zemin Sunacaktı

Bu noktada bizim için iki şey değiştirilemez ve reddedilemez bir gerçeklik olarak belirdi. Bunlardan birincisi; imhacı ve soykırımcı saldırıya karşı direnmek. İkincisi; bu direnişi demokratik özyönetim amacına, hedefine bağlı olarak yürütmek. Hareket olarak biraz parçalı olsak da sonuçta böyle bir kararlılığı ortaya çıkardık. Düşman imha saldırısına geçmişti, çeşitli pasifist ve teslimiyetçi çevrelerin halkımızın içinde çalıştığı gibi, böyle bir saldırı karşısında direnmeyen bir tutum en kötü tutum, soykırımın başarıya gitmesine fırsat verecek, zemin sunacak bir tutum olacaktı. Bedeli ne kadar ağır olursa olsun eğer varlık ve özgürlükte ısrar edeceksek bunun tek yolu her türlü bedeli göze alarak direnmekti, daha çok direnmekti, doğru yöntemlerle direnmekti. Orta sınıfların, reformist milliyetçi akımın, psikolojik savaş güçlerinin direnmeyi muğlaklaştıran, direnişe karşı çıkan, toplumun kafasını karıştırmaya çalışan bütün çabalarına, propaganda ve pratiklerine ragmen, hareket olarak direnişe karar vermekte tereddüt etmedik. 2011-2012 pratiğinden çıkardığımız dersler sonucunda da bu direnişi demokratik özyönetim hedefine bağlamayı ve o temelde yürütmeyi esas aldık. Bu önemli bir karardı.

Faşist soykırımcı rejimin direnemezler, zayıf düştüler, kolaylıkla ezerim, yok ederim, söylemlerini, umut ve hesaplarını boşa çıkartmayı hedefleyen varlık ve özgürlük mücadelesinde hareket ve halk olarak iddiamızı koruyup ve daha da geliştiren bir kararlılıktı. Bu konuda, kesinlikle direnilmemeliydi, biçiminde hala toplumun kafasını karıştırmaya çalışan ve arkasında psikolojik özel savaş merkezleri olan çeşitli işbirlikçi, teslimiyetçi, pasifist kesimler eliyle toplum içine yayılmaya çalışılan, sözde düşünce ve propagandalara karşı toplumu doğru gerçekler temelinde bilinçlendirmek, direnişin ortaya çıkardığı kazanımları göstererek direnmenin önemini kavratmak gerekiyor. Buna karşı hep şunu söyledik: “Direnilmemeli vaazlarına karşı, direnmek, direnmek, direnmek” dedik. Çizgimizi, “Pasifizm yenilgiye, teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” biçiminde oluşturduk. Bedel ne kadar ağır olursa olsun, hazırlıklarımız ne kadar zayıf bulunursa bulunsun, bizi yok etmek ve soykırımı tamamlamak isteyen faşist saldırıya karşı direnmeliyiz, daha çok direnmeliyiz, daha doğru yöntemlerle örgütlü ve bütünlüklü direnmeli ve mutlaka direnişi zafere götürmeliyiz, dedik.

Bu tutumun ne kadar doğru olduğu, bugün ortaya çıkan sonuçlarla açıkça görülüyor. Eğer bugün faşist soykırımcı rejim ölüm-kalım çizgisine gelmişse, 15 Temmuz askeri darbe girişimi temelinde Kürdü inkar eden ve imha etmeye çalışan sistem çökmüşse, 24 Temmuz saldırısını başlatan ve muzaffer komutan edasıyla PKK’yi, yani Kürtleri yok edeceğim iddiasıyla ortaya çıkan Ahmet Davutoğlu yönetimi tarihin çöp sepetine atılmışsa, bütün bunların hepsi direnişle oldu. Cîzre’de, Sur’da, Nusaybin’de, Şırnak’ta, Gever’de, Derîk’te, Kerboran’da, İdil’de, Farqîn’de, Kuzey Kürdistan’ın tüm kent ve kasabalarında değişik düzeylerde yürütülen kahramanca direnişlerin sonucunda oldu. Bu gerçekliği herkes görmeli, anlamalı.

AKP 7 Haziran seçimlerinde başarılı olsaydı, 24 Temmuz saldırısını seçimin ertesi günü başlatacaktı. Böyle bir saldırı karşısında tümüyle merkezden, Ankara’dan diktatoryel bir irade koyan, Kürt varlığını ve özgürlüğünü reddederek, terörizm olarak tanımlayarak yok etmeyi hedefleyen bir faşist soykırımcı saldırganlığa karşı yapılması gereken, yereldeki demokratik toplumun kendi örgütlülüğüne dayalı olarak meclis ve komün örgütlenmesi çerçevesinde siyasi iradesini ortaya koyması olacaktı. “Merkezi faşist yönetim tarzını kabul etmiyorum, demokrasinin gereği herkesin kendi kendini yönetmesidir. Dolayısıyla ben kendimi kendi meclisimle, komünümle yöneteceğim. Buna saldırı olursa direneceğim” diyebilmekti. Eğer öncesinden mahallelerde, kasabalarda, kentlerde Kürt toplumunu kadınıyla, genciyle, çocuğuyla, yaşlısıyla, işçisiyle, memuruyla bu temelde eğitip örgütlemiş demokratik özyönetimlere, demokratik yerel yönetimlere kavuşturmuş olsaydık ve toplum bu konuda bir bilinç ve irade kazanmış olsaydı tabii Ahmet Davutoğlu Hükümetinin merkezi faşist dayatmasına karşı Kürdistan kentleri, kasabaları, mahalleleri böyle bir yerel yönetim iradesi, demokratik irade ortaya koyabilirlerdi. Eğer böyle bir toplumsal irade ortaya çıksa, toplum kendi kendini yönetmeyi esas alsa, faşist diktatörlüğün dayatmalarını reddetse, faşizmin saldırıları karşısında toplumsal direniş gerçeğini, demokratik direniş mücadelesini öne çıkarsa, saldırılar arttığında da giderek özsavunmanın, demokratik toplum direnişini korumak üzere ortaya çıkması, devreye girmesi, aktifleşmesi gelişseydi, bu hem faşizmi darbeleyecek, hem de demokratik özyönetim direnişlerini siyasi toplumsal yönü önde olan, toplum gücüne dayanan ve giderek zafer kazanan, faşist polis, asker ve devlet saldırılarını kıran bir noktaya taşıyacaktı. Doğru olan ve olması gereken buydu. Doğru çizgide gelişmesi gereken demokratik özyönetim direnişlerinin böyle olması lazımdı.

Toplumsal ve Siyasi Duruş Zayıflığı Doğal Olarak Silahlı Güçleri Öne Çıkardı

Fakat bizde böyle olmadı. Çünkü daha öncesinden toplumu eğitme ve örgütleme düzeyimiz böyle değildi. Ne gençlik ve kadın hareketimiz, ne genelde meclis ve komün örgütlülüğüne dayalı demokratik toplum örgütlenme çalışmalarımız böyle bir sonucu ortaya çıkarmamıştı. Meclis ve komün adına örgütlenenler dardı, biçimseldi, içi dolu değildi. Böyle olunca Ahmet Davutoğlu Hükümetinin merkezden faşist dayatmasına karşı demokratik özyönetim ilanları, yerelin demokratik siyasi irade beyanı çok cılız ve zayıf kaldı. Toplumsal ve siyasi duruş zayıflığı doğal olarak silahı ve silahlı güçleri öne çıkardı. Demokratik özyönetim direnişleri baştan itibaren yeterince eğitim ve örgütlenme hazırlığına dayalı olmayan, toplumsal ve siyasi yanı önde olması gerekirken geride kalan, silahlı güçlerin öne çıktığı ve onlara dayalı olarak gelişen bir direniş oldu. Bu temelde bile bir yerel irade ortaya koymak Ahmet Davutoğlu Hükümetinin bir gecede 400 uçak kaldırarak gerillayı ezmeye, siyasi soykırım operasyonlarını başlatarak demokratik siyaseti dağıtmaya dönük saldırıları karşısında gerillanın ve özsavunmanın eylemler yapan, mücadele eden durumu gelişince bu işi kolaylıkla başaracağı umut ve beklentisini AKP faşizmi kaybetti.

Şehir Direnişleri Karşısında Başarısız Olan AKP Faşizmi, Mücadeleyi Genelkurmaya Teslim Etti

Gerillanın direnişi karşısında başarısız olan AKP, bunun üzerine yeni türden direniş geliştirmeye yönelen mahalleleri, kasabaları kuşatarak sokağa çıkma yasağı ilan ederek bu direniş iradesini kırmak istedi. Buna karşı Cîzre başta olmak üzere Farqîn’de, Nusaybin’de, Sur’da, benzer bir çok kasabada bir hafta on günü bulan sokağa çıkma yasakları başarısızlıkla sonuçlandırılınca bu tür faşist polis saldırılarına karşı gençliğe dayalı demokratik özyönetim güçleri, yurtsever halk güçleri belli bir direniş gösterince AKP faşizmi başlattığı topyekun saldırıyı kolaylıkla başarıya götüremeyeceğini gördü. İlk dönemdeki sokağa çıkma yasakları karşısındaki direnişler faşist saldırı güçlerinde ciddi bir moralsizliğe, kırılmaya Kürt toplumunda ise moral düzeyinin gelişmesine, direnişin sürdürülebileceği ve zafer kazanacağına dair inancın gelişmesine yol açtı. Bu durumu yeniden değerlendiren faşist soykırımcı rejim 14 Aralık’tan itibaren şehirlerdeki mücadeleyi Genelkurmaya teslim etti. Mahallelere, sokaklara, şehirlere tankları ve topları sokarak şehirleri yok etme pahasına içinde bulunan direnişçi güçleri imha etmeyi hedefledi.

YDG-H Kendisini YPS İsmiyle Değişim ve Dönüşüme Uğratmayı Esas Aldı

Ordunun şehirlere tankı ve topu sokması karşısında, YDG-H örgütlülüğü temelinde, gençliğin hazırladığı özsavunma güçlerinin direnmesinin yetersiz kaldığı ve direnişçilere destek vermek gerektiği görülerek, HPG’nin özsavunma güçlerini sınırlı bir biçimde destekleme durumu ortaya çıktı. Bir gençlik örgütlülüğüyle profesyonel ordunun saldırıları karşısında mahallelerin savunulamayacağı görülerek, YDG-H kendisini YPS ismiyle değişim ve dönüşüme uğratmayı esas aldı. Böylece sadece bir gençlik direnişi olmaktan çıkarak, halkın tüm kesimlerini içine alan, gerilladan da destek gören bir sivil savunma gücü halinde kendini örgütleyip yurtsever toplumun yaşadığı mahalleleri savunmak üzere bir yeni direnme konumuna girdi.

İçinde bulunulan ortam, kış süreci, gerillanın kırdaki hareketliliğine izin vermiyordu. Demokratik siyasi mücadeleyi faşist terör eziyordu. Toplum hareketliliğini yine faşist polis baskısıyla durduruyordu bunun karşısında. Sokakları tutarak, mahalleleri savunma temelinde faşist soykırımcı rejimin toplumu teslim almaya, şehirleri yok etmeye dönük saldırılarına karşı sınırlı bir donanıma sahip olan sivil savunma birliklerinin sokakları ve mahalleleri savunmayı ifade eden ve özyönetim direnişleri olarak tanımlanan mahalle direnişleri ortaya çıktı. Sîlopi’de yarım kalan direniş ardından Cizre ve Sur direnişleri biçiminde YPS direnişçiliği sürdü.

Cizre ve Sur direnişlerinden sonra Gever, Nusaybin ve Şırnak direnişleri eklendi. 2015-2016 kışında faşist soykırımcı saldırıları durduran, düşmana ağır darbeler vuran bir mücadele bu şehir direnişleri temelinde geliştirilerek 2016 Newrozuyla birlikte mücadelenin yeni güçlerle birlikte sürdürülmesi, gerillanın ve halk kesimlerinin ortak direnişi konumuna getirilmesi önemli ölçüde başarıldı, gerçekleştirildi.

Nusaybin Direnişçiliği Türk Ordusu İçin Bir Sendrom Yarattı

Şu çok iyi biliniyor; düşmanın her türlü vahşi yakıp yıkmalarına, benzin döküp yaralıları yakmasına karşı Cizre direnişi Mehmet Tunç öncülüğünde soykırımcı rejim karşısında diz çökmeyen, sonuna kadar direnerek Kürt varlığını ve özgürlüğünü bu temelde temsil eden bir kahramanlık düzeyine ulaştı. Sur direnişi TC’nin dört özel tim taburunu imha etme başarısını gösterdi. Nusaybin direnişçiliği Türk Ordusu ve Özel Kuvvetleri için bir sendrom yarattı. Şırnak direnişçiliği aslında günümüze kadar sürüyor; düşmana ağır darbeler vuran, kendini önemli ölçüde koruyan, şehirle kırı bir derecede birleştiren bir direniş olma özelliğine kavuştu.

Yaz boyu bu tarzı değiştirmek, salt savunma tarzıyla mücadele eden değil de taktik saldırılarla düşmana darbe vuran bir mücadele tarzını geliştirmeye çalışan bir YPS gerçeğini görüyoruz. Bu konuda belli çabalar var. 2015-2016 kışındaki mahalleleri savunma mücadelesi o döneme özgü, o koşullarda ortaya çıkan bir tarzdı. Her zaman ve her yerde uygulanacak bir tarz değildi. Bazı zorunluluklardan kaynaklandı. Yaz boyu bunu aşan, yeni bir tarzı geliştirmeye çalışan, bu temelde düşmana darbe vurarak kendini koruyan bir özyönetim savaşını Kürdistan kentlerinde geliştirmeye çalışan bir YPS hareketini görüyoruz.

Kuşkusuz YPS büyük mücadele verdi, Özgürlük Mücadelesi tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Bu mücadele sonucunda kayıpları oldu. Böyle zorlu bir mücadele bedelsiz olamazdı. Ondan dolayı örgütlülüğünü geliştirmeye, kendini büyütmeye, tarzını düzeltmeye çalışıyor. Bunu başarıyla yapabilmesi de gerekli. Ama bunu yapabilmesi için her şeyden önce 2015-2016 kış direnişlerinin derslerini doğru çıkarması lazım. Özgürlük Mücadelesi tarihimizin derslerini doğru çıkarması lazım. Hilvan direniş derslerini çıkararak günümüze doğru ve etkili biçimde taşıması lazım.

2015-2016 kış direnişi Cizre ve Sur, Şırnak, Nusaybin, Gever hattında gelişen direnişler açısından olması gerekeni ifade ettik. Dikkat edilirse pratik olması gerektiği gibi olmadı. Sadece silahlı özsavunma güçleri ile ilgili değildi, gerilla ile ilgili de değil, bir bütün olarak Özgürlük Hareketi ve halkımız ile ilgili bir durumdu. 24 Temmuz topyekun özel savaş saldırısı karşısında, ki bu saldırı imha etmeyi ve soykırımı başarmayı hedefliyordu, Kürt halkının ve özgürlük güçlerinin direnmekten başka çaresi yoktu. Evet, hazırlıklar zayıftı, düşman saldırıya geçmişti, dolayısıyla direniş bedeli ağır bir durumda seyredecekti, bunlar baştan belliydi. Bütün bunlara rağmen var olmak ve özgürlük iradesini koruyabilmek için direnmek zorunluydu.

AKP Faşizminin Topyekûn Saldırılarına Karşı Tarihi Demokratik Özyönetim Direnişleri Orataya Çıktı

Bu anlamda bir defa 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında topyekun özel savaşa karar verilmiş olması ve Kobanê’ye DAİŞ faşizmini saldırtanın Tayyip Erdoğan ve AKP Yönetimi olduğu bilinmesine rağmen, İmralı görüşmelerini durdurarak Kürt sorunu yoktur, Kürdün hakları yoktur, diyerek daha 5 Nisan’dan itibaren Kürtlere yönelik saldırıyı Tayyip Erdoğan tarafından başlatılmış olmasına rağmen, bütün bunların sonucunda fırsat bulduğu her an AKP faşizminin ve Tayyip Erdoğan yönetimin topyekun faşist özel savaş saldırısını geliştireceği çok açıkken ve bu biliniyor olmasına rağmen yeterince bu durum değerlendirilerek ve ciddiye alınarak gerekli hazırlıkların yapılmamış olması elbette en derin olumsuzluğu oluşturuyor. Çok köklü bir özeleştiri ve düzeltme gerektiriyor. Bir defa burada özeleştirel yaklaşım gösterildiğinde en büyük hata ve eksiklik vardır. Bu hata ve eksiklik düzeyi farklı olmakla birlikte tüm devrimci, yurtsever güçlere aittir. Fakat böyle bir durumdayken 24 Temmuz saldırısıyla karşılaşınca kuşkusuz hazırlıksızlığa bakmadan imkanları seferber ederek direnmek gerekiyordu ve direnişi doğru örgütlemek ve yürütmek lazımdı. Bir de gerillaya ve YDG-H özsavunmasına dayanarak böyle bir direniş içerisine girildi ve tarihi demokratik özyönetim direnişleri ortaya çıktı.

Demokratik Özyönetim Mücadelelerinin Ne Kadar Örgütlü ve Planlı Yürütüldüğü Sorgulanmalı

Bu direnişler AKP faşizminin planlarını bozan, Kürt varlığını ve özgürlüğünü garantileyen sonuçları ortaya çıkardı. Fakat direnişin o koşullarda da gerekli ve zorunlu olmasına rağmen, demokratik özyönetim mücadelelerinin ne kadar doğru, etkili, örgütlü, planlı yürütülüp yürütülmediğinin de sorgulanması lazım. Buradan baktığımızda birincisi; mücadele içerisinde de halkı örgütleme ve mücadeleye sevk etmede zayıflık olmuştur. Bu durum silahlı direnişin daha çok öne çıkmasına yol açmıştır. İkincisi; mücadeleyi yürüten güçler kendi aralarında yeterli, örgütlü ve planlı olmamışlardır. Dağınık, parçalı, içte sorunlar yaşayan bir konumda kalmışlardır. En önemlisi de direniş süreci hem içten hem dıştan yeterince iyi okunamamış, doğru takip edilememiş ve yeterince yönetilememiştir. Önder APO durumu bir cümleyle ifade etti, “gençler mevziiye girdiler ama çıkamadılar” dedi. Bu değerlendirmeden en doğru sonuçları biz çıkarabiliriz. Mevziiye girip direnişe geçildiğinde, Cîzre’den Sur’a, Nusaybin’den Şırnak’a kadar faşist özel savaş güçlerine tarihin en ağır darbesinin vurulduğu, Türk devletinin ve AKP hükümetinin kırk yıllık mücadele tarihinde ve kış sürecinde en çok kaybı 2015-2016 kışında verdiği açık bir gerçek olmasına rağmen böyle darbeyi vuran güçler kendilerini korumayı bilememişlerdir.

Özyönetim Direnişlerini, Başarılarından ve Hatalarından Dersler Çıkararak Yeni Sürece Taşımak Gerekiyor

Düşmana darbeyi vurup yeterince sonuç aldıktan sonra kendilerini korumayı, geri çekilmeyi ne düşünmüşler, ne planmışlar, ne de mücadeleyi öyle yönlendirmişlerdir. Mevcut olan çok öfkeye, tepkiye dayalı planlı olmayan ve iyi yönetilmeyen bir pratik direniş durumu olmuştur. Bu bakımdan mevcut direnişlerin yönetim tarzını da eleştirmek, hata ve eksikliklerini bulup düzeltmek gerekiyor. Benzer biçimlerde demokratik öz yönetim direnişlerinin hata ve eksikliklerini ortaya çıkarmak, nedenlerini bulup gidermek, başarılarından ve hatalarından dersler çıkararak yeni sürece, 2017 mücadelesine taşımak gerekiyor.

Kırk yıllık bir kesintisiz direniş pratiğine sahip olunmasına ragmen, 2015-2016 demokratik özyönetim direnişleri gerçekten de çok amatör, çok acemi bir tarzda ele alınıp yürütülmüşlerdir. Profesyonelliğin izi bile bu direnişlerde yoktur. Demek ki genel mücadele pratiğinden kopuk olma gibi bir durum yaşanmıştır, ortaya çıkmıştır. Sanki yeni başlayan, hiçbir tecrübesi, deneyimi olmayan bir savaş gücünün ortaya çıkaracağı pratik gibi olmuştur. Demokratik özyönetim direnişleri karanlıkta el yordamıyla yürüyen bir kişinin yürüyüşçülüğüne benzemektedir. Demokratik özyönetim direnişleri küreğini kapıp isyana çıkan, hiçbir örgütlenme ve yönetime dayanmayan köylü isyancılığına benzemektedir. Tümüyle burada öfke ve tepki var. Düşmana karşı savaşma ve direnme ruhu var ama bunu nasıl yapacak? Düşmanı nasıl darbeleyecek? Kendini nasıl koruyup, geri çekilecek? Biçiminde, plana dayalı, aklı kullanan bir boyutu neredeyse hiç yoktur. Bunlar kuşkusuz ciddi hata ve eksikliklerdir. Ciddi eleştiri ve özeleştiri ile derslerinin çıkarılması ve düzeltilmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak; bütün hata ve eksikliklerine rağmen Cîzre ve Sur öncülüğünde gelişen demokratik özyönetim direnişleri tarihi direnişler olmuşlardır. Hem Kürt halkının varlık ve Özgürlük Mücadelesinde çok önemli bir kazanımı, Kürtlerin var olma ve özgür yaşama iddiasını, ruhunu, iradesini temsil etmişlerdir, hem de demokratik özyönetim direnişlerinin doğru tarzda, üslupta, nasıl geliştirileceği konusunda doğruları ve hatalarıyla birlikte çok zengin dersler içeren önemli bir pratik tecrübeyi ortaya çıkarmışlardır. Bu zenginliği görmek gerekiyor. Kuşkusuz bunun bedeli ağırdır. Böyle olması mutlaka gerekli değildi. Akıllı, bilinçli, dirayetli bir mücadele bu sonucu değiştirebilirdi. Daha az kayıpla mevcut kazanımları daha ileri düzeyde de ortaya çıkarabilirdi. Ancak fiili durum, sonuç böyle olmuştur. Bunu da bu temelde ele alarak doğrularının ve hatalarının derslerini tüm boyutlarıyla çıkartıp yeni sürece taşıyarak mevcut darlığı, amatörlüğü, acemiliği aşıp demokratik özyönetim mücadelesinde daha profesyonel, örgütlü ve planlı hale gelerek bu eksiklikleri gidermek mümkündür.

Kürt halkının tüm özgürlük güçlerinin 2017 mücadelesine benzer biçimde eleştirel-özeleştirel yaklaşımla, geçmişin derslerini çıkarma temelinde yaklaşacaklarına inanıyoruz. Özellikle de özsavunma güçleri, yeni bir mücadele gücü olan YPS güçleri, daha derin bir eleştirel-özeleştirel yaklaşım içinde olacak. Pratiği daha çok sorgulayacak. Mevcut pratiğin derslerini daha güçlü çıkartarak 2017 mücadelesine taşıyacak. Bu temelde 2017 direnişini demokratik özyönetim direnişlerinin kesin zaferlerine dönüştürerek şehitlerimizin amaçlarını başaracak, anılarını yaşatacak. Buna yürekten inanıyoruz.

Kürt gençliği, Kürt halkının özgürlük savaşçıları bunu yapacak güce, iradeye, bilince, cesaret ve fedakarlığa sahip. Geriye kalan doğru özeleştiri, yeterince ders çıkartma, yeni mücadele pratiklerini daha örgütlü, planlı kılma, daha etkili yönetme, taktik ve tarz bakımından, üslup ve tempo bakımından yeterli hale getirerek eşiğine gelinmiş olan zafer adımını 2017 pratiğinde atabilmektir. 2017’yi Önder APO’nun ve Kürdistan’ın özgürlük yılı haline getirmektir. Halk ve hareket olarak bunu yapacağımıza inanıyoruz. Özsavunma güçlerinin de böyle bir mücadelede şimdiye kadar olanı katbekat aşan, hata ve eksikliklerinden çıkardığı derslerle daha büyük başarıları ve zaferleri yaratan, bu mücadeleye büyük güç katan güçler olacağına dair inancımızı ifade ediyor, bu temelde 2017 özgürlük direnişinde tüm mücadeleci güçlere, demokratik özyönetim direnişçilerine üstün başarılar diliyoruz. Şehitlerimizin izinden yürüyerek iradelerini temsil ederek, böyle bir başarının mutlaka sağlanacağına dair inancımızı da bir kere daha ifade ediyoruz.