
Umut ile yazılmış bir direnişin militanı: Çiyager Hevî
Tarihi Sur direnişi döneminde katılan bir şervanın gözünden yazılmış direniş sokakları ve Şehit Çiyager Hevî
Bir yoldaş nasıl hakkı verilerek yazılır bilmiyorum. Bu nedenle gördüğüm ve özgür anları şahıslarında yaşadığım anlarımı paylaşmak istiyorum. En başa döneceğim. O vakitler tarihi Sur direnişinin ilk günleriydi. Her yerde tank ve toplar şehri talan ederken yüreklere sığmayan direniş günden güne büyüyordu. 3 sokak kamuflaj için örtülerle kapatılmıştı. Atmosfer Kobanê direnişini hatırlatırken karşıdaki düşman Tc/DAİŞ kırmasıydı. Hatta DAİŞ’in devletleşmiş hali demek daha yerinde olur. Buna karşın serhildana kaldırmak için gelen halkın savaşçıları analarının zılgıtlarıyla özgürlüğe koşuyorlardı. Kürdistan da bir direniş tarihi daha yazılıyordu. Artk onları kim durdurabilirdi ki!
Düşmanın yoğun teknik saldırılana karşı cami hopörlerlerinden sloganlar yükseliyordu. Yaşadığım yerde arkadaşlara ‘Bizden üstün olanlar’ deniliyordu. Öyle denildiğinde gözümde hep melekler canlanırdı. Direniş alanına gittiğimde aldığım her nefesin özgürlük koktuğunu hissedebiliyordum. Hızlı ve heyecanlı bir şekilde ilerliyordum. Ve o an gelmişti. İlk perdeyi kaldırdığım da kutsal mekanda üstlerinde gerilla elbiseleri ile saçları güneşten kızıllaşmış, uykusuzluktan gözleri şişmiş yoldaşlarımı gördüm. O andaki hissiyatım yerini gözyaşlarına bıraktı . Bu nasıl bir iradedir diye soruyordum kendime? O anda gözlerim mazlum bakışlı bir arkadaşla birbirine değdi. Bu hüzünlü halimden hemen utandım. Ben arkadaşlara moral vermeliydim. Bu düşünceler aklımdan geçerken ‘Heval’ diye seslenip özgürlük işareti yaptım. Arkadaşlar gülmeye başladı. Her 3-4 adımda elinde bomba ve kleş olan arkadaşlarla karşılaşıyordum. Nöbet tutuyorlardı.
Bu savaşa rağmen tertemiz kalmaları, yüreklerini gözlerinde görebilmek beni şaşırtıyordu. Devrimi hissetiğim ilk anlarımdı. Benim için ayrılık vakti geldiğinde yani yine düşmanın içinde yaşadığı sokaklara gidiyordum. Sokağa çıkma yasağını duyuruyordu düşman. Çünkü halktan korkuyordu. Ve barbar düşman bu da yetmezmiş gibi ağza alınmayacak ahlak dışı her türlü kelimeyi sarf etmekten geri kalmıyordu. Günlerdir tüm halk aç ve susuz evdeydi. Sokağa oynamaya çıkan çocuklara dahi mermi ve biber gazı atılıyordu. Halk hava almak için balkon kapısını dahi açamıyordu. Evlerde en temel ihtiyaçlar bile bitmişti. Tüm bunlara rağmen mutluyduk. Tabii bu inancı gören düşman deliye dönüyordu. Halkın bu moraline karşılık havadan ve karadan saldırıyor, bu saldırılara rağmen direniş sokaklarına giremiyordu. O sokakta binlerce arkadaşın olduğunu sanıyorlardı oysa sadece 10 arkadaş vardı ve onca tekniği 10 arkadaşa yetmiyordu acınası düşmanın!
Önder Apo’nun inancıyla yürüyen bu militanları ve halkı ne durdurabilirdi ki? O zamanlarda ses çıkarma eylemi vardı. Hatırlıyorum evdeki tüm kaşıklarımız yamulmuştu. Bu tepkimize arkadaşlarda sloganlarla ve şarkılarla destek veriyorlardı. Bu irade ve bağlılık karşısında hangi güç durabilirdi? Bu savaş halkın savaşıydı. Devrimci halk savaşı
Sokaklar, caddeler devrim kokusuyla süslenmişti. Böyle tarihi, bir süreçte arkadaşların yanında yer almam gerekiyordu. İntikam almak istiyordum. İntikam almak istiyordum çünkü alçak düşman küçücük çocukları bile katlediyordu. Bende özgürlüğe koşmak istiyordum. Bir kadın arkadaşla birlikte okuldan kaçarak özgürlük sokağına doğru yol aldık. Etrafımız düşman doluydu ve biz onların gözüne baka baka onlardan intikam almaya gidiyorduk. Sonunda istediğimiz yere ulaşmıştık. Tabii perdenin 3-4 km ötesinde düşman aracının geçmesini engellemek için hendek kazılmıştı. (sonradan duydum bir arkadaş sabaha kadar çalışarak tek başına kazmıştı bu hendeği) Dar sokağa bırakılmış kahverengi bir kanepede 3 arkadaş oturmuştu. Heval Adar’ın yanına giderek onunla konuşmak istediğimi söyledim. Ve biraz ilerlediktan sonra Heval Adar’a ‘Sana sarılabilir miyim heval?’ diye sordum. ‘Tabii’ diyerek karşılık verdi ve bana sıkı sıkı sarıldı.
Heval Adar yeşil gözlü, orta boylu, açık tenli ve gamzeli idi. Çok emekçi bir arkadaştı. Özgürlük mücadelesinde ki 5. yılıydı. İlk tartışmadan sonra arkadaşlar bizi farklı bir yere götürdü. Üstümde yeşil bir parke vardı ve saçlarımda örgülüydü. Arkadaşlar bizi güvenilir bir yere bıraktılar. Bir oda da beklemeye koyulduk. O zaman dağa gideceğim düşüncesi beni çok heyecanlandırıyordu. İçim içime sığmıyordu. O sırada arkadaşların çok yorgun olmalarına rağmen bizimle igilenmeleri beni çok etkiledi.
O sırada uzun saçlı, esmer, gamzeli bir arkadaş yani Heval Arjin içeri girdi. Bizi görünce ‘Yaşasın kadının gücü, YJA Star gücü!’ deyip bizi kucakladı. Bu sözler duyduğum en güzel sözlerdi. İlk kez kadın gücünden bahseden bir kadın görmüştüm. Heval Arjin karnasçıydı. Lacivert cepli pantlonu, asker yeşili yeleği, örmüş olduğu uzun siyah saçlarına bağladığı kefiye ve omuzundaki karnasıyla adeta kadını devrime çağırıyordu. Çünkü çok mutluydu düşman Kürdistan’a gömülüyordu. İntikam ateşi gürleşiyordu. Milis geldi sonunda bizde onu bekliyorduk. Arkadaşlarla vedalaştık ve dağa doğru yola koyulduk. Tabii arabaya gidene kadar ağzımız yürağimizdeydi çünkü devrimci olduğumuz için herkesin bize baktığını zannediyorduk.
Gri arabaya binip özgür mekanlara çeviridik yolumuzu. Rüzgarın asi esişi eşliğinde dağlara baka baka gidiyorduk. Saat altıya doğru bir köye ulaştık. Artık arkadaşların gelip bizi almasını bekliyorduk. Tabii şansımıza yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Yollar kayganlaştığı için arabalar rahatça gidip gelemiyordu. Saat 11:30’a kadar bir ailede bekledik. Gittiğimiz evde iki genç kadın vardı. Ev köyün en uç köşesinde olan, mütevazı bir köy eviydi. O iki genç kadın bize arkadaşların resimlerini gösterdi. Bize arkadaşlara ait olan bir yazı okudu. Yazı da yeni katılan bir arkadaş yürüme anındaki anılarını anlatıyordu. Şunları söylüyordu: “Aralıksız yürüyorduk, tabii gerillanın yuvası sırtın da ilerliyorduk. Uzun bir zaman yürüdükten sonra çok yoruldum ve o an yürüyemeyeceğimi düşündüm sonra bir arkadaş yanıma gelerek bana ceviz yaprağı ve su verdi. Bu nedir diye sorduğum da? Ceviz yaprağını kokla ve kokusunu yüreğine çek dedi. Neden? Diye sorduğum da çünkü, biz her yürümeye başladığımız da ceviz kabuğu muhakkak yanımızda olur yorulmamızı engelliyor, dedi bende kokusunu yüreğime çekip yola koyuldum. Ve hiç durmadan noktaya vardım. Noktaya ulaştıktan sonra bana ceviz yaprağını veren arkadaş yanıma geldi ve gülerek: Aslında sana anlattığım ceviz yaprağı meselesi ben kendim söyledim öyle bir şey yok ama işe yaradı değil mi?’ deyip yanımdan ayrıldı. O an ‘Bu arkadaşları ayakta tutan çok büyük bir inanç var dedim.” demişti arkadaş yazısında. O dergiyi okudukan sonra bizim için yolculuk başladı.
Bizi götüren baba bize karşıdaki dağı göstererek, Heval Adar’ın 5 saatte Lice’den Faraşin’e ulaştığını anlattı. Yerimize ulaştığımız da bizi almaya gelen arkadaşlar, Heval Bawer ve Heval Amed noktaya ulaşana kadar durmadan sorular sordu. Ben ise yorulduğum da ağaçtan yaprak koparıp, kokluyordum. Sonun da noktaya ulaştık uymamız gereken kurallar anlatıldı. Daha sonra mangaya uyumaya gittik. Sabah olduğunda yağan yağmurun toprakla buluşmasının kokusu etrafa yayılmıştı. Aslında bu özgür dağların bize ik hedisyesiydi. Kahvaltıya gittiğimiz de ateş yakılmış ve Reşo dediğimizi çaydan üzerine konulmuştu. Köşede mavi bir varil vardı yağan yağmur bu varili doldurmuştu. O suyu kullanıyorduk. Çay yağmur suyuyla yapılmıştı içtiğim en güzel çaydı. Saat 4.30’da yola koyulduk ve başka bir grubun yanına gittik.
Sur komutanı Heval Çiyager’i gittiğim o yerde görecektim. Arkadaşların yanına ulaştık tek tek selam verip oturduk. Lice arazisi oldukça ağaçlı bir araziydi. Arkadaşlar çay ve pelur tatlısı getirdi. Dağda ‘Pelur tatlısı ne arar?’ dedim kendi kendime. Sonra Heval Çiyager benden tatmamı istedi tattığımda çok güzel bir tadı olduğunu fark ettim. Un ve sütten yapılan bu tatlıya pekmez de bırakılmıştı. Benimle birlikte katılan bir diğer arkadaşla birlikte oturmuş Lice dağlarını izliyorduk. Sonra Heval Çiyager öğle yemeğiyle bize doğru geliyordu. Öğle yemeğinde bulgur ve tavuk vardı. Tabii ben yine şaşırdım. Heval Çiyager şaşırdığımı görünce, “Neden şaşırıyorsun ki en güzel yemekler, tatlılar, arkadaşlıklar gerilla da olur” dedi. O sırada Heval Çiyager, heyacanlı bir şekilde bizi tanımak için sorular soruyordu. Önderlikten bahsediyordu.
Heval Çiyager kumral, mavi gözlü ve Batman’lıydı. Başında her zaman kefiyesi ve üzerinde gri bir yağmurluk vardı. Artık hakikati tanımaya başlıyordum. Hızır’ın dediği gibi ‘Her şeyin hakikati hareketinden açığa çıkar.’ sözüne Heval Çiyager’de şahit oldum. Heval Çiyager mütevazi, güleç yüzlü, inancı ve yoldaşlarına olan sevgisi konuşurken yoldaşını yücelten bir tarzı vardı. Sonra bulaşıkları alıp gitti bir kaç saat gelmedi. Heval Çiyager gelene kadar biz sessiz bir şekilde oturduk. Tabii sonra ne göreyim, Heval Çiyager bize doğru geliyor ve bizi güldürmek için kulaklarını çekiyor gözlerini büyütüyor. Onu öyle görünce ‘Bu arakadaş neden böyle şeyler yapıyor?’ Diye kendi kendime soruyordum. Tabii sonra anlayacaktım onun yüce yüreği yoldaşını güldürmek için her şeyi yapıyordu.
Aşkı olan bu dağlarda yoldaşıyla olmak onun en değerli zamanlarıydı. Her halinden bunu anlayabiliyordu insan. Yanıma geldikten sonra ben ona ‘Şehit Mervanı tanıyor muydun ?’ Diye sordum. ‘Benim yanımda şehit düştü’ deyip anlatmaya başladı. Bana Şehit Mervan’ı nereden tanıdığımı sorunca başladım, çocukluk anılarımızı anlatmaya. ‘Öfkeli bir şekilde silahını kaldıracaksın Şehit Mervan’nın intikamını alacaksın!’ dedi. Sonra bana ismimin ne olacağını sordu bende daha düşünmediğimi söyledim ismin İsyan olsun dedi. Bir hafta önce arkadaşın bombalı saldırı da şehit düştüğünü söyledi. Daha sonra güvenlik açısından biz Heval Doktarla birlikte bir köye geçtik ve on gün boyunca onun yanında kaldık. Heval Çiyager ve Heval Arjin’ler ziyarete geldiğinde Heval Çiyager’e sıkı sıkı sarıldım. Sohbet etmeye başladık. Ben sadece onları dinlemek istiyordum. Çünkü çok samimi bir tavırla yanımızdaydı, en güzel yoldaşlık buydu.
Heval Çiyager’İ gördüğüm son gündü. Sonra Kandil’e eğitime gittik. Biz eğitimdeyken Sur direnişi başlamıştı. Heval Çiyager tüm inancıyla Sur’da tarihi nakşediyordu taşlara. Direniş günlüğü eğitime geldiğinde şehit düştüğünü öğrendim. Heval Çiyager komutanlığı yaşamda olan yoldaştı. Ondan öğrendim gerillanın güzelliğini her zaman onların takipçisi olma ısrarında olacağım. Ne sevecen bakışını ne de umut gülüşünü unutabileceğim. Anılarıyla yüreğim de her zaman ilk gün ki gibi kalacak…
Ne olursa olsun muhteşem sona ulaşacağız. Heval senin ve her dakikan da militanı olmak için mücadele ettiğin Önderliğimiz için Amed’in Sur’larına bayrağımızı dikeceğiz. Ne olursa olsun son muhteşem olacak !
İsyan Omedya