- Home
- ŞEHİTLERE İLİŞKİN
- Mahsum tebbesümlü Mazlum heval

Mahsum tebbesümlü Mazlum heval
Bir insan melek kadar temiz kalabilir mi ? Baştan aşağı pak olabilir mi ? Bebek masumiyetiyle genç bir delikanlı olarak kalınabilinir mi ? Böyle birini tanıdım ben, hem de kızılca kıyametin içinde oraya buraya koşturur haldeyken. Adı Mazlum idi. Esmer yüzü, uzun boyu vardı. Yemeğin azlığı işlerin çokluğu mu onu zayıflatmıştı yoksa genel yapısı mı öyleydi bilemiyorum. Uzun boyu içinde beli incecikti.
Dışardan bakıldığında çok farklı büyük işler yapan Mazlum’un nasıl biri olduğunu anlamak için tebbesümü yeterli olurdu. Ufak bir tebbesümde bile iki gamzesinin çukurluğu ele verirdi onu.
Tek okunabilen masumiyet olurdu. Kim masum kalabilmişti ki bu kirli dünya da bir şair çocukların masum olduğunu söylerdi oda büyüyünceye kadar, ama Mazlum büyümüş ve masum kalabilmeyi başarmıştı. Tanıyan herkeste aynı duyguyu bırakan Mazlum’un masumluğu benim de hemen dikkatimi çekmişti. Olabilir mi? Dedim ilkin , bir erkek arkadaş bu kadar masum olabilir miydi ? Şaşkınlık içinde onu incelemeye almıştım. Konuşmaya başlasa belki çıkarabilecektim nasıl biri olduğunu ama pek konuşmuyor suskunca oturuyordu. Tanıdığı diğer arkadaşların onunla konuşmalarını beklemek epey zaman almıştı ara ara yapılan sohbette komik olan şeylere içinde olağanca anlam barındıran tebesümü ile refleks veriyordu. Ona baktığımı fark edince yüzünde yaşadığı utangaçlığı ve ürkekliği anlatacak kelimeler bulmak zor. Gene şok oluyorum bir erkek arkadaş bu kadar ürkek ,utangaç olabilir mi ? Utanmanın devrimci bir duygu olduğunu biliyordum her devrimci mutlaka utanmasını bilir Mazlum da olan ise her devrimci de olandan biraz daha faklıydı.
Öğrenmeli tanımalıydım onu, fırsat bulup sohbet etmek için yeltendim ki mevzilerimize atılan mermi ve bombaatar sesleri izin vermedi. 2 gün önce kalkan yasağın fazla bekletmeden geri geleceğini biliyorduk. Bu sefer yasak anonsu yapılmadan saldırıya geçmişti işgalci T.C Bizim açımızdan şaşırtıcı bir durumdu bu devlet bırakalım saldırmayı barikatlarımızın başına bile gelmeye korkardı. Yasak koyar öyle uzaktan tarama yapardı. Bu seferki farklı olmuştu hemen mevzilerle bağlantı yaparak durumu öğrenmeye çalıştık. Yasak konulmamış düşmana yakın bir noktaya mayın yerleştirmeye çalışan sabotajcı arkadaşları fark eden askerler onları ve diğer mevzileri taramaya almışlardı . Gereken karşılık verilince sustular. Sesler susunca aklıma birden Mazlum heval geldi nerede bu arkadaş ,nereye gitmişti? Kimdi bu arkadaş nereden gelmişti ? Kızılca kıyametin kopacağı bu şehirde ne işi vardı?
Ortalık biraz durulunca bir arkadaş onu yanıma getirdi. Şaşkınlık birazda iyi olmasının verdiği sevinç ile karşıladım onu. Ufak bir not uzattı bana. Nohut büyüklüğünde sımsıkı laskalanmış notu açmak zaman almıştı. Notu okumam ile yüreğimde bir sızı hissettim. Mazlum arkadaş şehir savaşlarında yer alması için yanımıza gönderilmişti. Henüz daha iki kelime konuşmadığım hiç tanımadığım bu yoldaşın yanımıza gelmiş olması neden yüreğimi acıttı bir türlü anlayamıyordum. Oysaki mevzilerde sürekli arkadaş ihtiyacı oluyordu nöbet tutacak sayıya ihtiyaç her zaman için vardı. Hem biz bir orduya karşı savaşıyorduk onların tam teçhizat silahları binlerce asker-polisleri vardı. Bizler ise 100 kişi bile değildik. Elbette bizim savaşımız nicelik değil irade savaşıydı, bu açıdan her yönüyle üstündük ama yine de mevzilerde irade dolu savaşçılar gerekiyordu. Genç, kadın, çocuk ve yaşlı bu herkesin savaşıydı herkese de yer vardı. Mazlum belki de tam zamanında gelmişti ama içimdeki yürek sızısı bu sevinci yaşamamın önünde engeldi. Bana bu yabancı olduğum karmaşık duyguyu yaşatan yoldaşı mutlaka tanımalıydım . Noktamıza geçip bir köşede oturduk. Nereli olduğunu şimdiye kadar nerelerde kaldığını sordum. Batmanlı olduğunu orada faaliyetlerde kaldığını savaşın aktif olduğu Nusaybin’e gelmek istediğini bunun için arkadaşlara kendini dayattığını ve en son arkadaşların onu gönderdiğini söyledi. Normalde çok onurlu olan bu duruşa sevinmem iyi yaptın yoldaş demem gerekirken durup sadece dinlemeye devam ettim. Belki anlatır da biraz daha tanırım istedim. ama o bana kleş verin mevziye gitmek istiyorum dedi. Sustu! Ve o olağan mahsumiyetiyle gülümsedi. Hala utangaç hala ürkekçeydi ama kararlı bir şekilde silah verin savaşmaya geldim diyordu ben ise onun şaşkınlığı içinde karmaşık duygular içindeydim. Daha önce hiç eylemlere katılıp katılmadığını sordum hiç katılmadığını Batman da bir girişimlerinin olduğunu, istedikleri gibi sonuçlanmadığını, yüzü kızararak söyledi. Biraz meseleyi anlamıştım. Mazlum heval düşman ile karşı karşıya gelmek istiyordu. Kini öfkesi vardı ve bunu kusacaktı.
Nusaybin de olmasının verdiği sevinç gözlerinden okunuyordu. Kara gözleri parıl parıldı. Mevziye gitmek istiyor yerinde duramıyordu. Ona bir kleş verdim. Kleşi sımsıkı tutup hızlı adımlarla çıkıp gitti. Arkadan bakakaldım mevzinin nerede olduğunu bilmiyordu ama çocuk sevinciyle kendisini dışarı atmıştı. İçimden çok masum bu savaşta olur mu? Diyordum. T.C vahşi bir devlettir. Tarihi katliamlarla doludur, kurnazlık, hile en iyi bildikleri şeydir. Osmanlı oyunları entrikaları meşhurdur. Hiçbir zaman mertçe savaşmazlar. Bunun için cin gibi olmak gerekir. Acımasız aynı zaman da kurnaz! Fakat Mazlum çok saf ve çocuksuydu. Elbette mevzilerde ondan daha küçük yaşta olan arkadaşlarda vardı. Hiç tecrübesi olmayan ama kahramanca direnenlerdi onlar. Biz kürtler de direniş söz konusu oldu mu? Yediden yetmişe herkes içinde olurdu. Bunu biliyordum hem annelere yaşlılara çocuklara barikatlarda direnişler de yer almaları için ısrar edende ben değil miydim, ama bu arkadaş neden bende bana ait olmayan duyguları ve düşünceleri oluşturuyordu.
Savaş çok farklı bir olaydır. Beyin ve yüreğin en hızlı çalıştığı, karmaşık duyguları iç içe yaşattığı bazen de an’a hapsettiği tüm dünyadan koparttığı farklı farklı bir histi. Girmeyenin, yaşamayanın anlayacağı türden değildir. Savaşın içinde çoğu kez kendini tanımaz insan. Çoğu kez de savaştan çıktıktan sonra kim olduğunu öğrenmeye çalışır. Savaş, içinde de olsa dışında da kalsa birine temas etmişse değiştirir. Canından çok sevdiğin gecesi gündüzünü geçirdiğin aynı yemeği yediğin aynı mevzide uyuduğun insanı sadece bir an, kısacık bir anda boyu 2 cm geçmeyen bir metal parça (mermi) alıp götürüyordur. Sedece baka kalırsın çaresizce gidişini izlersin? Sonra birini daha sonra bir diğerini verirsin toprağa… Yani onlarcasını… Her birinin bir özelliğini alırsın yüreğine beynine ruhuna ve öylece çıkarsın savaştan belki burnun kanamadan, çıkarsın ama artık eskisi gibi değilsindir. Değişmişsindir.
Heybende onlarca anının yükü ve acısı ile devam etmek gerekir. Her gün her an onlarla yaşayarak ve kalkarak. Savaş şiddetli fırtınayla mücadeleye benzer. Fırtınaya kafa tutmak güçlendirir fırtınayla dövüşmek güzelleştirir. Ama sonuçta şiddetlidir acıtır ve de iz bırakır. Yükü ağırdır. Hele ki yoldaşının hayatı üzerinde karar sahibiysen bu daha da ağırdır. Üzerimde koca bir ağırlık ile noktada oturmuş bir karar vermeye çalışıyorum. Dünya kadar iş varken hemen karar verip pratiğe çıkmak gerekirken saatlerdir oturup düşünüyorum savaş ortamının değiştiriciliği karşısında çaresizim. Ölçüp tartınca ihtiyacımız olduğu halde başka bir alana gitmesinin daha iyi olacağına karar verdim. Onu nasıl ikna edecektim. Zaten dayatarak geldiği Nusaybin’den başka bir yere gitmesini ikna edecektim? Uygun koşulu ve zamanı kolluyordum. Yanımızda bir süre kalıp kleş taşıyıp mevzilerde yoldaşlarla nöbet tutmasını, özlemini gidermesini bekleyecektik fakat düşmanın tekrardan yasak bırakacağı bilgisi engel oldu. Henüz iki günü dolmamıştı kendisini ikna etmek üzere çağırdım. Biraz da zorlanarak gereklilikleri ona anlatmaya başladım tebbesümlü sureti ile dinliyordu nasılki başka bir alana gitmesi gerektiğini söyledim birden olayı anlayıp hiçbir yere gitmek istemediğini söyledi. Gideceği alanda da savaş olacağını oranında öz yönetim ilanı kapsamında olduğunu zemin hazırlanması gerektiğini söyleyerek ikna olabilecek cümleler ile anlatmaya çalıştım. Uzun bir nefes alıp çocuksu bakışı ile yüzünü doğrultu ben gene itiraz beklerken peki orda kleşim olacak mı diye sordu ? Yine şaşırıp kalmıştım. Daha tanışalı kaç gün olmuştu ki defalarca kez şaşkınlığa uğratıyordu beni. İkna olmasının getirdiği ve savaş alanından uzak kalacağı duygusu beni rahatlatmıştı. Yasak gelmeden uğurlamıştık onu. Aslında aldığı görev de zorluklarla doluydu. Hiç bilmediği gitmediği bir yerde öz yönetim ilanı için zemin hazırlama faaliyeti yürütecekti. Gidişi ihtiyaç eksenli bir karar olsa da ağır basan yön sanırım onu savaş ortamından uzak tutma isteğiydi.
Tekrardan Nusaybin’e yasak gelmişti. Bu sefer düşman sessizdi. O çok gürültülü A4’lerini çalıştırmıyor, bombaatarlar fırlatmıyordu. Bir şeylerin ters gittiğini anladık. Etrafa bakınmaya çıkmıştık ki İpek Yolu’nda arabaların geçiş yaptığını gördük. Yasak zamanı kapalı olan İpek Yolu’nu sadece devlet kullanabilirdi. Biraz daha yakından bakınca geçiş yapan askeri araçlar olduğunu fark ettik. T.C botan alanına sevkiyat yapıyordu YPS ve YPS-JIN ve gerillaların eylem yapmasından korktukları için yasak koymuşlardı. O an anladımki bu T.C devleti özünde bizden çok korkuyordu. Bu nedenle hem güç olmuş hemde harekete geçme mesajı vermişti. Farklı mekanlarda ama aynı yüreği paylaştığımız dağlarımızın kahramanları da harekete geçmeyi planlamışlardı. Önce dağlarımızın yiğit gerillaları tarafından yapılan eylem ardından Nusaybin YPS ve YPS-JIN olarak yapılan eylemler de düşman sevkiyatı ağır darbe aldı. Herkesin morali yükselmişti. Dağın ve şehrin direnişinin kesiştiği bir ana daha şahitlik etmiştik. Nasıl da başarılar getirdiğini görmüştük . Bizleri artık ne durdurabilirdi ki… Kendine güven çok önemlidir , kendimize güvenimiz vardı. Pratikler en büyük güven kaynağımızdı. Ertesi günlerde düşman zırhlı aracına bir daha eylem yapıldı. Kafalarını çıkartamadıkları zırhlı araçlardan havaya uçuşlarını izlemek bir hayli keyifli olurdu. Aynı şeyi düşman için söyleyemeyiz. Aldıkları ağır darbelerden çılgına dönen düşman sessizliğini bozarak etrafı rastgele A4 ile taramaya başlamıştı. Hah! Dedik işte şimdi güzel oldu nedir öyle sessiz uzlaşı!!! Nusaybin hiç kabul eder miydi uzlaşıyı Nusaybin düşmanın vahşi bir yaratık olduğunu bilen katliamcı devletten yüzyılın intikamını almaya yeminli yiğitlerle doluydu. Yeni bir eyleme hazırlık yapılıyordu ki T.C yasağı kaldırdığını duyurmuştu. Kısa bir ara verdiğimizi bizde biliyorduk. Belki 1 gün belki 2 gün sürecekti, bu arayı hazırlıkları tamamlama olarak değerlendirecektik. Nusaybin’in tüm yiğit savaşçıları bir yerlere koşuşturuyor tüneller kazıyor barikatları yükseltiyordu. Savaşın içinde savaş hazırlıklarına devam ediyordu. Kalabalık bir grup olarak sokak başında düşman hareketini izlerken arkadan bir sesin beni çağırmasıyla döndüm.
Yine mahsum tebbesümlü Mazlum heval karşımdaydı.Yine şaşkınlığa uğratmıştı beni. Alanını izinsiz bırakılmaması gerekirdi. Ama o kimseye sormadan çıkıp gelmişti. Selamlaştıktan sonra neden geldiğini sordum. Nusaybin’e yasak geldiğini bizleri merak ettiğini artık gitmeyeceğini mevzide kalacağını söyledi. Yüreğinde çok fazla şey taşıyordu en ufak bir sebep onu bu savaşın kollarına atıyordu. Kalabalık grubun yanından uzaklaşıp bir kaldırımda oturduk. İşler vardı her an yasak gelebilirdi onu tekrardan geldiği yere gönderecektim. Bu kadar iş gücün içinde bu tarz konuşmalar yok mu? Epey yorucu oluyordu ama Mazlum’un saflığı o kadar etkileyiciydi ki insan hiçbir durumuna kızamıyordu. Ona geri gitmesi gerektiğini söyledim sadece ama heval diyebildi. Sonra susup tamam demişti. Anlıyordum itiraz etmemesi gerektiğini öğrenmişti doğru bildiği her şeye fazlasıyla bağlıydı. Karşımda içini bir şeylerin kemirdiğini görebiliyordum bir taraftan partiden öğrendiği bir ilkeyi yani görev neredeyse orada kalma gerekliliği diğer taraftan aktif savaşta kalma isteği… Anlıyordum. Ama istediğini ona veremezdim fazla yanında kalamadım yapılacak işler olduğundan yarım saat kaldırımda konuştuktan sonra tekrar ayrıldık.
Barikatlar topraklarla güçlendiriliyor sabotaj atölyesi olağan hızı ile mayın üretiyordu. Tüneller henüz istenilen seviyede değildi. Çaxçaxın altına iki mahalleyi bağlayan koca tüneller yapılıyordu. Üst üste yasakların gelmesi Nusaybin direnişine bilmeden epey tecrübe kazandırdı. Her yasakta eksik olan şeyler fark ediliyor yasak kalkınca tamamlamaya çalışılıyordu. Tecrübeler birikiyor yeni tarza taktiğe dönüşüyordu. Kendini zafere yatırmış devrimcilerin olduğu Nusaybin direnişinde her şey daha fazla direnişi büyütmeye hizmet ediyordu. Psikolojik üstünlük düşmana vurulan sayısız darbeden dolayı direniş güçlerindeydi. Peki neydi Nusaybin’i bu kadar mücadeleci kılan? Dostunda düşmanında merak ettiği bu sorunun cevabı o kadar da bilinmez ve zor değildi. Özgürlük davasının ekmeğini, suyunu içmiş herkes çabucak anlayabilirdi. Nusaybin sokaklarında bir ruh dolaşıyordu. Mevzilerde çatışmalarda sohbetlerde şakalaşmalarda hep o ruh vardı. Bu ruh Nusaybin’in ilk tutulan mahallesine adını veren yiğit Gelhat yoldaşın ruhuydu. T.C özel JÖH ve PÖH’lerini barikat ve hendeklerden geçirtmemek için kahramanca direnip şehit düşmüştü daha ilk günlerde. Zırhlı aracın karşısında çıplak elleri ve demir yüreğiyle durmuş düşmana geçit vermemişti. İmkansızlık, güç dengesizliğini kendine bahane etmemiş düşmana geçit vermeyen Apocu ruh ile durmuştu. Düşman geri çekilmiş mahalle tutulmuştu kazanan Heval Gelhat yani Apocu ruh olmuştu. Her zaman Nusaybin’in sokaklarında var olan ve düşmana korku salan daha ilk günlerde bir çizgi gibi ortaya çıkan işte bu ruhtu. Korkaklık kadar cesaretinde bulaşıcı olduğu söylenir. Gelhat yoldaşın cesareti mahallelere mevzilere evlere bulaşmıştı. Cesaretle düşmanın gelişi bekleniyordu.
Bir iki gün sürer dediğimiz yasak aralığı daha fazla sürmüştü. Günler birbirini kovalıyordu. Ama yasak gelmiyordu. herkeste aynı fikir oluşmuştu bu sefer ki farklı olacaktı. Esas ceng bu seferde yaşanacaktı. Hepimizde benzer düşünceler ve de duygular vardı.
Mevzi başında teneke içinde yaktığımız ateşin etrafında bir grup arkadaş ile oturuyorduk. Düşman yasak ,süreç ilk elden açılan gündemler olurdu. Espiri dolu olan yasak gündemimiz yerini daha ciddi sohbete bırakmıştı. Bu seferki farklı olacak heval değil mi? Diye sordu biri. Yüzüne dikkatlice bakıp hangi duyguyu taşıdığını anlamak istedim. Merak mı korku mu yoksa sorumluluk duygusu mu bu soruyu yöneltiyordu. Gözlerinde aynı ruhun yansımasını görebiliyordum anladım ki sadece bilmek ve kendini ona göre hazırlamak istiyordu. Tebbesümle düşmanı kıracağız heval dedim!!! Başka bir yasak daha olmayacak !!! Madem son yasaktır o zaman güzel bir karşılama yaparız dedi gülerek .ciddi atmosferle başlayan sohbetimiz gene neşelenmiş, savaş içinde çıkan komik anlar anlatılmaya başlanmıştı. Gecenin bir yarısı mevzimizden yükselen kahkaha sesleri merak uyandırmış mevzinin hemen yanında olan Fatma ana gülme sesimize uyanmış mevziye gelmişti. Fatma ananın gelmesiyle sohbet daha da koyulaştı. Mahallelerin ilk tutulma anlarındaki acemiliklere nöbete uyumalara ve bir çok konuda yaşanan komik zamanlara gitmiştik gece boyunca. Anılar birbirini kovalıyordu. Yıldızlaşan yoldaşların anıları yüreğimizi yakıyor ,Gözlerimiz bazen buğulanıyor bazende yaş olup akıyordu ama kimse bunu bir diğer arkadaşa farketirmiyordu. İnadına gülüyor inadına moralle dolu kalıyorduk. Acının güce nasıl dönüştüğünü hissediyorduk yoksa mümkün müydü yıldızlar arasında yıldız olmadan kalabilmek! Fatma ananın gözleri çok derin bakıyordu gözlerimiz birbirine değdi. Doğal bir bağ vardı onun ile bizim aramızda o hepimizin anasıydı. Halka mal olmuş halkın sahiplendiği bu müthiş mücadelenin varlığına binlerce kez şükür diliyorum içimden. Bizim anamız ,Fatma ana mahalleden hiç çıkmamıştı tüm yasak boyunca direniş cephesinde yer almış yiğit bir anaydı. Sürekli mevzilere gelip nöbetçiler dinç kalsın diye sohpet eder şarkı söylerdi.kendi kendine böyle bir görev vermişti halkımız yapması gerekeni kimse ona söylemeden yapıyordu bu da kendi başına devrim değil miydi ? saat epey ilerlemişti ortam neşeli halini yavaş yavaş yorgunluğa bırakıyordu ki Fatma ana dan meşhur şarkısını söylemesini istedim. sadece o şarkıyı söylüyordu ‘’qirinek te jı nav nıseybin denge dayıkan zarok digirin’’… sözleri oldukça ağır olan bu şarkıyı içine direniş tınısı koyarak canlı ve hareketli oluyordu Fatma ana şarkıya alkış sesleri de eşlik etmiş ortam tekrardan neşelenmiş uykular kaçmıştı. Herkesin tek tek yüzüne bakarken ne kadar birbirimize benzemiş olduğumuzu fark ettim. Uzun suredir beraber olmanın değil savaşın bizi aynılaştırdığını gördüm. Aynı ruh taşıyor aynı duyguyu paylaşıyorduk aynı acıyı çekiyorduk. Yürekten acayip bir bağ ile bağlanmıştık. Hangi mermi tank tok yıkabilirdi görünmeyen ama kale gibi sağlam duran bu bağı . Nusaybin de savaştıran bu bağı hangi makine öldürebilirdi ki diyerek sabahın aydınlığına selama durdum.
Nusaybin’in gecesi başka gündüzü başka olurdu. Gündüz acayip bir trafik akış gidiş geliş olurken geceleri sadece direnişçiler kalırdı. Gündüzün yoğunluğu içinde çoğu zaman kaybolup gidiyoruz. Yasak ta bir türlü gelmek bilmiyordu. Sadece hazırlık ile sınırlı kalamazdık ,düşman saldırmıyorsa biz saldırmadan durmak olmazdı, gizli uzlaşma bize yakışmazdı. Cizre sur ve Silopi de savaş tüm yakıcılığı devam ediyorken hazırlık yapmak yeterli bir duruş olmazdı. Eylem örgütlenmeleri yapıldı. Her mahalle kendi içinde eylem planlamaları çıkarttı. Dört bir yandan düşman noktalarına saldırılar düzenlendi. Cizre sur ve Silopi’ye destek vermek amaçlı durmaksızın devam etti eylemler. Hem devrimcilik farklı mekanlarda bile olunsa aynı gündem ve ruhta birleşmek değil miydi ? Yasak gelmemişti ama aktif savaşa girmişti Nusaybin. Savaşmanın da durmanın da beklemenin de vurmanın da kararını direnişçiler alırdı. Nusaybin de inisiyatif düşman da değildi. bunu herkes görüyordu . bu durumu kendine yediremeyen düşman her zaman yaptığı gibi zayıf anında boş binalara ve de sivillere yöneliyordu.
İpek Yolu üzerinde hareket halindeki düşman güçlerine eylem yapılmıştı. Beklemediği yerden büyük bir darbe aldılar. Fedai ruhlu savaşçıların karşısına çıkamayan T.C askerleri zırhlı araçlarla sivilleri hedef aldılar. Çocukların oynadığı sokakları rastgele taramaya evlere bombaatarlarla saldırdılar. 8 yaşındaki Muğdat Ay sokakta oyun oynarken A4 mermisinin küçük bedenine değmesiyle yere düştü. Vücudu kanlar içinde kalmıştı. Küçücük bedenini koca mermi parçalamıştı. Muğdat iki abisi mevzilerde nöbet tutan Ay ailesinin en küçüğüydü defalarca savaş ortamından uzak tutulsa da ya bisikletin üstünde barikatların yanında bitiyordu yada elinde bilyesi ile mevzi önlerindeydi. Burdan başka bir yere gitmem diyordu. Kürdistan çocukları savaşın tam da ortasındaydı. Muğdat Ay bizim neşe kaynağımızdı. Öfkemiz büyüdükçe büyüyordu. Muğdat’ın savaşçı abileri yaşadıkları acıyı intikama dönüştürmek istiyorlardı. Aynı akşam Muğdat’ın abla ve abileri olarak Muğdat’ın intikamı için harekete geçildi. İlk elden cevap verilmişti ama yeterli değildi. Muğdat’ların intikamı için eylemler devam etmeliydi. Bir yanda bizler öbür yanda düşman durmuyordu. Gittikçe yoğunlaşan saldırılardan büyük cengin yakınlaştığını anlıyorduk. Tüm eksiklikleri gidermek için bir oraya bir buraya koşuşturur haldeydi herkes. Canla başla işler yapılıyordu. Artık zaman ile yarışıyorduk. Kızılca kıyamette bile toplantı görüşme eksik olmazdı bizde. İhtiyaç olan görüşmeler kısa zamanda bitirilmeliydi. Bir noktaya geçtik kısa bir toplantı yaptık. Kapının çalması ile beklenmeyen birinin geldiğini anladık. Bulunduğumuz nokta gizli bir noktaydı herkesin gelebileceği bir yer değildi. Meraklı gözlerle tetikte beklerken kapının açılmasıyla karşımızda Mazlum hevali gördük. Sürekli şaşırtabilmekte bir yetenektir. Mazlum Heval de bu fazlasıyla vardı. Nusaybin’e gelişinden çok bu noktayı bulmasına şaşırmıştık. Ama artık şaşkınlık yerini gülmeye bırakmıştı. Heval Mazlum savaşa gelmişti. Anlamıştım ne yaparsam yapayım savaşa katılacaktı. Konuşmasına fırsat vermeden tamam heval bu sefer kazandın dedim. İçimde yine aynı yürek acısı ile. Sevinci o kadar büyüktü ki, yanında biraz daha kalmak istememe rağmen sadece 15 dk. görebildim. Mazlum heval o çok istediği kleşi eline aldı. kendisini izlerken ‘neden sürekli kleş istiyorsun’ diye sordum. ‘Herkes bomba istiyor sen kleş istiyorsun’ Dedim. Batman’daki eylemi silahları olmadığı için istedikleri sonucu alamadıklarını söyledi. Artık Nusaybin direnişinde kalacaktı herkes gibi onunda kod ismi olmalıydı. Herekol olsun dedi. Ve ayrıldık. Uzun uzun arkadan bakakaldım. Mazlum yoldaş bebek saflığı ile düşmanın çirkinliğine karşı savaşmaya mevziye gitti. Bizler de diğer mevzilere gittik. Sona doğru yakınlaştığımızı hissediyordum . yoğun taramalar altında mevzi, tünel, barikat derken etrafımızdaki arkadaşlar ile sohbet ve konuşmalarımız azalıyordu. Mazlum heval gittiğinden beri hiç onu görememiştim. Zaman yaratıp olduğu mevziye uğradım harıl harıl barikat yapıyordu. Bizi gördüğü gibi güven dolu adımlarla yanımıza geldi. Mevzi ve kleş kendisine güvenini getirmişti ama Mazlum yine benim ilk gün tanıdığım aynı masum ve saf Mazlum’du. Sadece 5 dk yanımızda kalıp mevzisine döndü . Hiç uyumadığını gündüz barikat gece nöbet tutuğunu anlattı mevzi arkadaşları. İçinde ne biriktirmişti de durmamacasına çalışıyordu? Toplamda 2 saat görebildiğim Mazlum hevali tanımayamamıştım. Yüreğinde beyninde olup bitenlerden habersizdim ama ondan büyük bir parçanın bende kaldığını biliyordum . heybeme bir parça Mazlum yoldaşı koymuştum. Onu bir daha göremeyeceğimi bilerek Mazlum hevalin mevzisinden uzaklaşırken son bir defa arkama baktım masumiyet müzesi karşımda duruyordu.
Sürekli şaşırtan Mazlum Heval’in bu sefer yanıltacağını bilememiştim. Masum ve saf olabilirdi ama o bir direnişçiydi. Ve haklı mücadelenin savaşını veriyordu. Son yasakta düşmana vurduğu üst üste darbeler ile mevzisini korumuş bir adım bile geri çekilmeye müsaade etmemişti. Kleş ile Nusaybin’de tanışan mazlum şiddetli savaşta yüksek teknolojiye karşı en ön safta son mermisine kadar savaşarak ölümsüzleşti. Çok merak ettiğim Mazlum Heval’i nihayet biraz tanıyabilmiştim. Bebek masumluğunu ve kahramanca savaşçılığı kendinde barındıran biriydi. Heybemde koca bir masumiyet müzesi taşıyordum artık. Şans olduğu kadar ağır bir yüktü. O yıkık dökük molozların arasında hangi üstün silahın bedenini parçaladığını bilmiyordum ama mahsumiyet müzesinin artık bir yiğitlik abidesine dönüştüğünü biliyorum.
Adı Soyadı: Metin Ak
Kod Adı: Mazlum Azapert
Doğum Tarihi ve Yeri: 04.08.1990 Bingöl
Şahadet Yeri: Nusaybin
Mücadele arkadaşı…