- Home
- DEMOKRATİK ULUS
- EĞİTİM
- Tarihte Şehir Savaşları -3

Tarihte Şehir Savaşları -3
Avrupa’da Kent Direnişleri ve Paris Komünü
Ortaçağ sürecine gelinceye kadar Avrupa’da site devletleri hâkimiyetini sürdürürken, özellikle ticaretin gelişmesiyle birlikte kentlere göç artacak ve antik çağ sitelerinin yerine komün yönetimlerinin şekillendirdiği kent ve kasabalar öne çıkacaktır.
Komünlerin çıkışında birçok etken sayılabilse de, en belirgin olanı ticaretin gelişmesi ve özgür alan arayanların kentlerde birikmesidir. Ticaret yapanlar ve zanaatçılar güvenlikli kalelere yerleşirlerken, zamanla loncalarda örgütlenecek ve komünleri oluşturacaklardır.
Kral, kilise ve yeni orta sınıfın yer yer çatıştığı, yer yer uzlaştığı bir döneme girilmiştir artık. Bu mücadelede kentler birer özgürlük alanı haline geleceklerdir. Bunu da sağlayan komün örgütlenmesi olacaktır.
Kent sınırları içinde feodal kölelik kaldırıldığı gibi insanlar arasındaki farklara karşın herkes eşit sayılmıştır. Doğal yurttaşlık anlayışı burada temellerini atmıştır. Kent komünleri, yurttaşlar arasındaki eşitliği bir nevi kent sözleşmesi olan “KENT BARIŞI” ile güvenceye almıştır. Kent içinde yaşayan herkesin kabul ettiği ve herkese uygulanan bu sözleşme sayesinde kentin birliği sağlanmıştır. Bu birliği de bir kurul yönetmiştir. Yönetim Kurulu bir nevi yargıçlar kurulu görevini de görmüştür. Kimi komünlerde kentin önde geleni komünün belediye başkanı olmuş ve bir meclisle beraber belediyeyi yönetmiştir.
Kent komününün ilk ortak harcaması kentin etrafına güvenlik duvarlarının örülmesinde yapılmış; herkesten gücüne göre, maddi imkânları ölçüsünde bir pay alınmıştır. Toplumun ortak faydası için toplanan bu parayı ödemeyi red edenler kente alınmamıştır. Kent komünleri böylece toplumsal zeminini güçlendirmiş, tüm toplumun faydasına çalışan bir sistem kurarak ittifakını geliştirmiş ve bu sayede de kraliyetler karşısında özerk kalabilmiştir.
Kent özerkliği konusunda İtalyan kentleri tarihteki en önemli örneklerdendir. Venedik, Cenova, Florensa, Pisa gibi kentler yerel özgürlüklerini uzun süre korumuşlardır. İtalya’da kent özgürlüğünün güvencesi, kasabalarda yaşayan yurttaşların birbirine bağlılığının belgesi olan sadakat yeminidir. Conjuratio yani konsül adı verilen bu resmi sadakat belgesini kabul edenler komün oluşturmuş olurlar ve bu komünün yönetimi de komün üyelerince seçilip aynı adla -konsül- anılırlar. Bütün konsüller bir araya gelip Genel Meclisi oluştururlar.
İtalya komününün temeli böylece kasabalarda atılmış olur. Komşu kasabaların komünleri konfederal tarzda bir araya gelip Kent Komününü oluştururlar. Savaş ve barış işleri gibi önemli konularda tartışırlar ve karar vermeden önce halk meclisinin görüşünü alırlar. Daha sonraları diktatörlüğün hâkimiyetine girse de bu ilk uygulamalar kent adına önemli demokrasi uygulamalarıdır ve ileri düzeydedir.
Yerel insiyatif ve komün deneyiminde İspanya da önemli bir örnek teşkil etmiştir. İspanya 1500’lerin Avrupa’sında katı mutlakıyetçi krallıkların öncüleri arasındadır. 1520’den itibaren İspanyol merkeziyetçiliğine karşı kent ayaklanmaları yaşanır ve komünler kurulur. Kimi kentler vergileri kendileri toplayıp yurttaşlardan milis savunma güçleri oluşturacak duruma gelirler.
Aynı şekilde Almanya tarihinde de yüzlerce yıl boyunca kent konfederasyonları hâkim olmuşlardır. Alman köylülüğünün bunda büyük bir rolü olmuş, soyluların şiddetinin olmadığı bölgelerde komünal bir yaşam sürerlerken saldırıların olduğu alanlarda ise direnişleriyle kendilerini yönetecek duruma gelmişlerdir. Kentlere de yansıyacak olan bu özgürlük eğilimi sayesinde, diğer ülkelerde kentler saldırıya uğrayıp özerkliklerini yitirirken Almanya kentleri daha uzun süre bağımsız var olmuşlardır.
Avrupa kent özerklikleri monarşik krallıkların saldırılarına uğrayıp zayıflasa da, esas yenilgiyi endüstriyalizm karşısında alacaklardır. Sanayi devrimi kar hırsında sınır tanımayan burjuvazinin elinde kırı, kenti ve kent komünlerini yutan bir canavara dönüşecektir. Kapitalizm karşısında alternatif olarak sosyalizm düşüncesi gelişmeye başlarken direnenler adına ilk başarı Paris’te elde edilir.
Paris Komünü, hem şehir savaşı hem de doğrudan demokrasi uygulamasında çok öğretici tarihsel bir örnek teşkil etmiştir.
Daha 1790’lı yıllarda, yani Fransız Devriminin hemen akabinde mahalle ve kent meclislerine dayalı yönetim modeliyle tüm Fransa konfederasyon haline getirilmek istenmiştir. Halk hareketi burjuvazinin eline geçince komünler halk adına kalıcı sonuçlar doğurmamıştır. Fakat bir halk özgürlük eğilimi olarak hep varlığını korumuştur. Nitekim 1871 Paris komünü tüm kentlerdeki komünleri konfederasyon çatısı altında birleşmeye çağırmıştır. Paris Komünü Fransa-Prusya arasındaki savaş koşullarında temelini atmıştır. 19 Temmuz 1870’te Fransa Prusya’ya savaş açmış ve bu savaşta yenilmiş, 2 Eylül 1870’te Prusya ordusuna teslim olmuşlardır. Fransa kralı da esir alınmış, Paris kuşatılmış fakat halk direnmiştir.
Ulusal Savunma Hükümeti kurulmuş olsa da Prusya karşısında direnmemiş ve 28 Ocak 1871’de teslimiyet anlaşması imzalamıştır. Bunun üzerine Ulusal Muhafız içerisinden 215 taburun delegeleri toplanıp direniş kararı almış ve “Ulusal Muhafız Federasyonu Tüzüğünü” kabul etmişlerdir. Bu direniş gücünün başına seçilen 20 kişilik Merkez Komite, Komün devriminin yönetimini üstleneceklerdir.
Hükümet Paris halkını silahsızlandırmaya kalkınca 18 Mart 1871 günü halk direnişe geçmiş, iki generali teslim almış ve kurşuna dizmişlerdir. Bu gün Paris Komününün kuruluş günü olarak anılır. Artık Fransa’da iki hükümet vardır. Biri Paris Komününün hükümeti, diğeri de Versailles’e kaçmış olan burjuvaların hükümeti. Hemen ertesi gün Merkez Komite bir bildiri yayınlayıp halkı komün seçimlerine çağırmış, sıkıyönetim kaldırılmış, siyasi tutsaklar serbest bırakılmıştır. Komite 23 Martta ise Komün Programını açıklamıştır. Buna göre: “Emekçiye emeğinin tam değerini sağlamak, yani kapitalist karı ortadan kaldırmak için kredinin, ticaretin ve ortaklaşmanın örgütlenmesi; herkes için parasız, laik ve tam eğitim; toplantı, dernek kurma ve basın özgürlükleri; polisin ve ordunun komünal düzeyde örgütlenmesi. Tüm toplumu yönetmesi gereken ilke, bir grup ya da derneği örgütleyen ilkeydi. Bu ilkeye göre dışarıdan hiçbir otorite kabul edilmiyor ve ister bir yöneticinin, ister belediye başkanı ya da valinin olsun, tüm seçilenlerin seçenler tarafından sürekli denetimi isteniyordu.”
26 Mart’ta komün seçimleri yapılmış, Paris’in ilçe veya ilçe belediye dairelerinin yöneticileri belirlenmiş; Merkez Komite de yetkilerini resmen Komün yönetimine devretmiştir. Komün yönetiminde işçiler, memurlar, öğretmenler, ressamlar, yazarlar, gazeteciler ve iş adamları yer almış; Komün bünyesinde tüm Paris halkının katılımını sağlayabilen sendikalar, kooperatifler, kulüpler, komisyonlar, kurullar tarzında örgütlenmeler gerçekleştirilmiştir. İaşe, darphane, basımevi, sağlık, posta gibi hizmet alanları ile eğitim, yargı, maliye gibi konularda komisyonlar kurulmuştur. Ayrıca Kadınlar Birliği örgütlendirilmiştir. 47 Komün yerel yönetim özerkliğini, en ücra köşelere kadar tabandan örgütlemeyi esas alsa da kendisini çevreye, yerellere yayamamış, sistem Paris’le sınırlı kalmıştır.
Öte yandan Ulusal Muhafız Merkez Komitesi, yetkilerini Komüne devrettiğini açıklamasına rağmen toplantılarını yapmaya devam etmiş, askeri işleri doğrudan yönetmek istemiştir. Dolayısıyla Komün Yönetiminin yanında ikinci bir iktidar gibi kalmıştır. Askeri işlerde Komün iradesini hiçe sayabilmiştir.
Komünün muazzam bir hızla örgütlenme çabalarına rağmen kendi içinde tam demokratik bir düzeyi tutturduğundan söz edilemez. Bu yüzden kişisel rekabetler, çekişmeler, sık sık görev değiştirmeler yaşanabilmiş; disiplin tam sağlanamamıştır. Bu zafiyetler Komünün zayıf düşmesine yol açmış olsa da halk direnişten yana olmuştur.
12 Mayıs’ta Almanların da desteklediği burjuva orduları Paris’e girmiş ve kıran kırana bir direniş yaşanmıştır. 28 Mayıs’a gelindiğinde halkın kahramanca direnişlerine rağmen, Paris direnişleri kırılmış, toplu kurşuna dizmeler başlamıştır. 30 bin insan katledilmiş, 38 bini esir alınmış ve Paris düşmüştür.
70 günlük direniş sürecine birçok şey sığdırmış olan Paris Komünü, toplumsal mücadeleler tarihinde önemli bir dönemeç olmuştur. Komünal direnişler adına büyük bir esin kaynağı olmakla birlikte ileriki tarihlerde “proleterya diktatörlüğü” tezlerine de temellik etmiştir. Burjuvazinin üzerine yeterince sert gidilmediği, kenti terk edip yeni bir karargâhta güç toplamalarına fırsat verildiği; bankalarındaki paraya bile dokunulmadığı ve neticede fırsat kollayan burjuvazinin gücünü toplayıp saldırıya geçtiği değerlendirilmiştir. Bundan çıkarılan sonuç ise proletarya diktatörlüğünün mutlak gerekli olduğudur.