
Dost selamıyla yüreklere ulaşabilmek
Hezex’te halk ayaklanma örgütlemelerine başlamıştı. El koyduğumuz kepçeler bir yanda çalışıyor diğer yandan halk sakinleri çuval doldurmamızda yardımcı oluyordu. Tabi her devrimde olduğu gibi yardım edenlerin çoğu anneler ve çocuklardı. Ya çocuklar işte yine kelimelerin son noktasını yaşıyoruz ya da amentüsünü…
Belki bilincinde değiller ve her şey macera gibi geliyordu onlara çuvalları doldurup, üst üste dizmek. Çocukları her görüşümde kazanma arzum artıyordu. Yaşamamalı onlar, görmemeli bu dünyanın adaletsiz çarkını. Özgürler isim olarak kalmamalı, özgür büyümeli ülkemin masum bakışlı çocukları.
Geceleyin düşman ne zaman gelmeye kalksa halkla dışarıya çıkıp, görüntü verip, ayaklanmalar gerçekleştiriyorduk. Hele de anneler zılgıt atmaya başladığı vakit biz coşar, düşman ise çileden çıkardı. Halk varlığımızı ve savaşımızı destekleyip, kapıları ardına kadar açmışlardı. Halk ile kaynaşmamız hem onları cesaretlendirmiş hem de bize büyük bir moral kaynağı olmuştu. Özellikle gecelerimiz çok maceralı geçiyordu. Halk; zılgıt ve tenekelerle düşmanın gelişini protesto ederken, bizde o an fırsattan istifade edip, araçtan inen düşmanın üzerine maraton koşucuları gibi koşuyorduk. Tabi ileriki zamanlarda bu maraton koşusu rodeo atına binmiş hale getirecek bizi. O anın hissiyatı çok farklıydı. Esaret altındaki halkı kurtarmış ve dıştan gelen saldırılara cevap olacak nitelikte devrimi zafere ulaştırmışız gibi heyecan, mutluluk ikilemini bir arada yaşıyorduk. Dışardan özerkliğin olduğu alanlara karşı büyük ilgi ve merak uyanmıştı. Ülke sınırları dışından gelenler dahi vardı ve gelenleri bize ait olan kahvede karşılıyorduk. İspanya’dan bizi merak edip gelen bir basıncı, tercümanı ile beraber bulunduğumuz kahveye geldiler. Hem çay içiyor hem de gözleriyle bizi teker teker süzüyordu. O esna da tercüman bizimle röportaj yapmak için geldiklerini belirttiler.
Ben:” Kabul ederiz fakat bizimde bir şartımız var” diye söze giriştim. Tercüman söylediklerimi tercüme ederken İspanyol’lu sorgu dolu bakışlarla bana bakıyordu. Ben:” Önce biz röportaj yapacağız ardından siz yaparsınız” dedim. Tercüman söylediklerimi aktarınca güldü ve İspanyollu’nun söylediklerini bu kez tercüme ediyordu. Soruma karşılık:” Ya istediğiniz cevapları veremezsem” sorusunu sordu.
Ben:” Tüm düşüncelere karşı saygımız var hem bizi düşmanımızdan ayıran en büyük özelliğimiz hareketimizin içindeki düşünce özgürlüğüdür” dedikten sonra tekrar gülümseyip onayladı ve bende ilk sorumu şu şekilde sordum.
= Bizi ve Türkiye’yi nasıl buldun?
İspanyol’lu:” Sadece sizin için değil, Türkiye de yaşayan hiçbir canlının özgürlüğü tadabilme zemini yok bu şartlar altında. Özgürlük anlayışına tamamen kapalı bir ülke. Diğer basıncı arkadaşlarımda burada tutuklandı” diye cevap verdi.
Vakit her yeri birbirine benzeyen Hezex’i tanıma vaktiydi. Tabi bir ayın ardından gecelerin dışında gündüzleri de hareket etmeye başlamıştık. Ruken arkadaşla beraber mahalle mahalle geziyorduk. Ruken ismine yaraşır, güler yüzlü ve her yerde moral kaynağımız olmuştu. Çoğu mahalleyi bana gezdirip, tanıtıyordu.
Bulunduğumuz cephede olası durumlara karşın barikat kurma gibi çalışmalar bana ve H.Ruken’e kaldı. Artık gündüzleri gezebiliyor ve arkadaşlara mahalleyi gezdirip tanıtabilecek kadar hakim olabilmiştim. Yerel ve toplumsal çalışmalarda bulunan arkadaşlarla aramız gayet iyi ve birbirimizin sevgi, güvenini kazanabilecek kadar tanıyorduk artık. Dürüst ve samimi yoldaşlardı. Onların yanında kendimi rahat ve güvende hissediyordum. Hepimizin amacı özlem ve mücadele yüklü bir merhabayla dost selamıyla yüreklere ulaşabilmekti…
Dilan Hogir