
Sırlar Ve Surlar
Muhteşem son onların direniş destanını zafere taşıma kararlılığıdır. Muhteşem son, ölümden sonrasında da rol oynayacağından emin olan bir yaşam soluğunu taşımak ve bir şehri baştanbaşa bu solukla yıkamaktır…
Hayatı oluşturan iki temel element vardır: Sırlar ve surlar. Diğer elementlerden olan hava, su, ateş ya da toprak ya da diğerleri sırların şifresini çözmeye uğraşırken çarptığımız-başvurduğumuz ya da ördüğümüz surlardan ibarettir.
İnsan olarak anlamlı yaşadığımızı düşündüğümüz zamanlar, bizden önce çözülmüş sırlara doğru ve yeterli anlam vermek kadar yeni sırlar yaratma çabalarıyla örülen zamanlardır.
Sır, aranan anlamdır.
Sur ise aranan anlama hakikat gücü kazandıran var olma sınırıdır.
İnsanda kültür bir surdur, bir sınırdır. Sınırsızlığın içinde kaybolmak üzere olan insanın hayata tutunabilmesi çitler-surlar örmesiyle mümkün olmuştur. İnsan, sur örerek sır çözmenin insanlaşmakla özdeş olduğunu anladığında artık büyük bir insanlık mirası sahibi sayılmaya başlanmıştır.
İnsanlaşma adımları sayamasak da çağımız insanı olarak surlarımız çoktur. Egemen sistemin karşımıza diktiği ve çarpa çarpa yaşamak zorunda bıraktığı surlardan söz etmiyoruz. Onlar bize ait değiller, bizim değiller. Onlar insanlaşma karşısında primatlaşmayı dayatan sömürü sürüsüne aittir. Biz, bize ait olandan söz ediyoruz.
Tarihi, insan tenini, insan sesini, insan izlerini taşıyan tarihi Diyarbekir Surları da bunlardan biridir. O surlar, anlamın somutlaşması ve bir kültürün etrafını kuşatarak onun kendi yaşamını yeşertişine ortam hazırlayan surlardandır.
Diyarbekir Surları tarihte çok defa saldırılara, direnişlere ve yıkılma tehditlerine maruz kalmış ve her şeye rağmen varoluşunu korumayı başararak bugüne kadar dimdik ayakta durmuştur. Onun gölgesinde var olan insanlar da ona benzemiş. Tarihi sur kenti, 2015 yılının Aralık ayının ilk günlerinde tarihi bir direnişe ev sahipliği yaptı.
Bakurê Kurdistan’da halkımızın demokratik öz yönetimlerini ilan etmeleri ve faşist devlet çeteleriyle aralarına toplumsal surlar örmeleri ardından faşist Türk devleti 2 Aralık’ta buradaki mahallelere saldırmaya başladı. Ardından Kürdistan’lı gençler faşist çeteler karşısında sokaklarını, evlerini, mahallelerini ve topluma ait tüm değerleri korumak için direniş başlattı.
Direnişi ancak direnenler anlatır. Ki anlattılar da. Sur günlükleri yüz gün süren direnişin en sade anlatımı olarak tarihte yerini aldı. Sur günlüklerinde direnişçilerin “Yaşarsak bu direnişin romanını yazmak ya da filmini çekmek isterdik” dedikleri yüz günlük yaşamı anlatmak ne bir yazıyla ne de bir kaç sözle gerçekleştirilebilir. Ancak Sur’da gerçekleşen yaşamın, Sur’da görünür olan yaşam tarzının, ilişki biçiminin, Sur’da kadın olmanın, Sur’da tarihi sorumluluklarının farkındalığını tek bir an dahi olsa elden bırakmayan bir komutan olmanın, ana olmanın ve çocuk olmanın yeni anlamlarına ulaşmak, o anlamları görünür kılmak kadar o anlamları gerçekleştirmek, günlük yaşamın olağan akışı haline getirmek direnişi anlatacak konu başlıkları olabilir. Tarihi sur direnişi ancak tarihi ve destansı bir dille anlatılır. Bu direnişin ardından gerçekleşecek tarihi anlatım da ancak özgür yaşam ile mümkün olabilir.
Neler yaptık? Direnişi nasıl ele alıp değerlendirdik ve hangi dersleri çıkardık? Her biri acının tene değen ateşten tanelerinin yaşamla aramızdaki o kopmaz ipe dizilişi gibi boynumuza geçirilmek üzere, art arda diziliyor sorular…
Bazen bir an gelir, burnunun ucu yanar insanın, beyninden burnuna bir ateş topu bir acı yuvarlanıp gelmeye başlar. Burnunda durur yakar, yakar. Ya yutkunup ona düşük yaptırırsın ya da yolları aşıp o ateş topunun gözlerine gitmesine, gözlerinde erimesine izin verirsin. Acıyı derinden yaşamak deyimi acının en bireysel yaşanma biçimi oluyor Sur direnişi karşısında. Acılarından özgürlük üretmenin sınavını çoktan bitirmiş bir halkın yaşadıkları ancak direnişe, yeni bir yaşam arayışına vesile olabilir. Acıya alışıldığında acı, karşısında tepki duyulup ortadan kaldırılmak istenen bir durum olmaktan çıkıp doğal varoluşun bir parçası olacaktır. Ki bu da köleliktir.
Öz yönetim direnişleri ardından yaşadığımız her bir acı binlerce yeni soru sordurmuyorsa, yeni cevaplar buldurmuyorsa acılar anlamını yitirmiş demektir.
Soruların uzun cevaplarından ziyade hangi soruları hangi durumlarda sorduğumuz, nasıl cevaplar oluşturduğumuz önem kazanıyor. Tabi hepsiyle birlikte belirtilecek ortak bir cevap bir tutum da yok değil. Tüm nasılların merkezinde var olan gerçeği hiçbir zaman unutmayacağımızı koyarak bu tutumumuzu aşikâr kılabiliriz.
Öncelikle Sur direnişinde şehit düşen gençlerin her birinin intikamının yaşam ve mücadele gerekçesi olduğunu bilerek, yaşamın her anında bu bilinci taşıyarak, bu bilinci yeşerterek ve bu bilinci pratikleştirerek anlamaya çalışmalıyız.
Silopi, Cizre, Nusaybin, Hezex, Şırnak ve Sur derken tüm demokratik öz yönetim direnişlerinde ortaya çıkan yeni savaş, yeni yaşam ve yeni insan kültürünü doğru tanımak, tanımlamak ve anlatmak gerekir.
Önderliğimizin 2013 yılında söylediği “ne eskisi gibi savaşacağız, ne de eskisi gibi yaşayacağız” sözü öz yönetim direnişleriyle birlikte daha iyi anlaşılmaya başlandı. Eskisi gibi savaşılmadı, eskisi gibi de yaşanmadı Sur direnişinde. Bundan dolayı direnişçilerin önünde kırk yıllık bir direniş kültürü mirasına rağmen bir ilkti savaşımları. Kırk yıllık bir yaşam kültürüne rağmen bir ilkti yaşadıkları. Onlar, yaşadıkları ilklerle bizim ilklerimizden oldular.
Cizre, 14 Temmuz direniş ruhunun, özgür iradenin gücünün yenilenişi olurken ve kendini küllerinden yeniden yaratmanın emrini yaratırken Sur direnişi muhteşem sonun nasıl olacağını, nasıl savaşılacağını gösteren bir emsal oldu. Sur, Paris Komünü’nde denenen komünal toplum yaşamının Kürdistani pratikleşmesidir. Sur direnişi, kendi içinde birçok devrimi ve devrim olanağını barındırmaktadır. Tam da bundan dolayı Sur’a saldırı, bu yaşama saldırmaktı. Heval Çiyager’in dile getirdiği muhteşem son, özgür ve komünal yaşam ısrarı ve inşasından yükselecek olan sondur.
Sur’da Paris Komünü’nün direniş ve özyönetim kültüründen beslenen ve onu aşan bir direniş sergilendi. Her bir direnişçi genç devrimci kendisinden sonraki yaşamları özgür bir toplumla inşa edebilmenin katıksız inancındaydı ve o inançla savaştı. Berfin, Nucan, Çiyager, Delil, Mazlum, Agir, Welat ve daha birçok kahraman şehit o inancın bedenleşmesi oldu. Cizre ve Sur direniş şehitlerimiz, hiçbir koşulda teslim olmamanın, direnişi yükseltmenin, kendi bedenine ve ruhuna, inancına ve özgür yaşam kurmanın inadında olan benliğine güvenmenin ve bu güvenle direnişi yükseltmenin kararlılığını en yüce bir şekilde somutlaştırdılar. Yaşadıkları her anı hakikat kılmasını bildiler. Çünkü sahte yaşamlara karşı bir direnişin tam kalbinde olduklarının bilincindeydiler. Her eylemleri, her sözleri, her adımları bir tarihin en dinamik anlarını oluşturuyordu.
Çiyager arkadaşa o tarihsel sözleri söyleten, o insanlık abidesi duruşu sergileme gücü veren de işte o inanç ve özgür toplum bireyi olmayı başarmanın bilinciydi. Çiyager arkadaşın dağ başlarındaki resimlerine bakıyorum. Masmavi gökyüzüne bakar gibi bakıyorum gözlerine. Özgürlüğün ve sonsuzluğun tanımı olan gökyüzüne ne çok yakışıyor. Dağlara, ırmaklara, ormanlara, zirvelere, güneşe ve insana… Özgürlüğe ve direnişe ne çok yakışıyor.
Muhteşem son nedir?
Muhteşem son onların direniş destanını zafere taşıma kararlılığıdır. Muhteşem son, ölümden sonrasında da rol oynayacağından emin olan bir yaşam soluğunu taşımak ve bir şehri baştanbaşa bu solukla yıkamaktır.
Çiyager arkadaş şahsında muhteşem sonu görmek, özgürlük mücadelesinin hangi anlamına denk gelmekteydi. Çiyager arkadaşa o tarihsel belirlemeyi yaptıran anlamı arayıp bulmak bugünde anlamlı yaşamanın bir gereğidir.
Muhteşem son Çiyager arkadaşın kendisidir. Onun kişiliği muhteşem sonu bize gösterebilir. Onun gibi olmak, o olmak, onun militan duruşuna ulaşmak muhteşem sonun kendisidir.
Sur direnişini izliyorum. Sokakları, barikatları, direnenlerin gözlerindeki özgürlük ışığını izliyorum.
Ömrünün baharında direnişçiler, düşman saldırılarında kullanılan ve onların imha ettikleri askeri teknik malzemeleri gösteriyor, parçalara ait bilgiler veriyorlar. Onlar konuşurken dışardan patlama sesleri yükseliyor. Savaşın çocukları onlar. Yanıbaşlarında dünyanın tüm gelişmiş(!) teknik gücü onların üzerinde çalışırken onlar sakin sakin tarihe bir not düşmenin sorumluluğunda anlatıyor, gösteriyor, çekim yapıyorlar. Ve kendi kahramanlıklarıyla birlikte bizlere ulaştırıyorlar tarihe düştükleri notları.
Dünyanın yasakladığı silahların TC ordusunca aciz bir şekilde nasıl da kullanıldığını görüyoruz onların anlatımlarından. Düşmanın yaktığı evlerden yükselen dumanları görüyorum, ciğerlerim yanıyor. Bir çocuğun peltek dilinden dökülenler geliyor kulağa. “Hevalno su getirin, ev yanıyor, dişmin misket atıyor, su getirin… eşedullah gel gel…” Telaffuz edemese de biliyor, düşman kim, kendisi kim, öz olan kim…
Çocukların sırları yoktur. Çocuklar bu evrenin sırlarıdır.
Ve savaşın çocukları… Nasıl da alay ediyorlar düşmanla… Yüzleri sarılı bir şekilde ellerindeki cephane parçalarıyla uğraşıyorlar. Çeyizlik kanaviçesini işleyen bir genç kızın tazeliğinde dokunuyorlar ellerindeki parçalara. “Onların attığı bomba atarların bir kısmı patlamıyor, patlamayan kısımdaki patlayıcı maddeyi söküp çıkarıyoruz, ve onlara geri iade ediyoruz.”
Onca patlamanın, onca yıkılmış evin, onca silahlı gencin arasından bir pamuklu şeker satıcısı görünüyor. Pespembe pamuk şekerler Sur çocuklarının özgür hayallerinin buharı olmuş gibi göğe doğru süzülüyor. Pamuk şekerlerin o peltek konuşan çocuğu aradığı hissine kapılıyorum.
Günlükleri okuduğunuzda direnişin havasını solumak, oradaki tarihe tanıklık etmek, tarih olmak istersiniz.
Adorno “Auschwitz’ten sonra şiir yazılmaz” diyor. Bugün, bu çağda yaşasaydı ve Cizre’de faşizmin kudurgan vahşetini görseydi “Cizre’den sonra şiir de yazılmaz, türkü de söylenmez, aşık olunmaz hatta nefes de alınmaz” diyebilirdi.
Yeni özgür insanın her türlü zalimlik karşısında yaşam yaratma iddia ve ısrarının destanının ancak Sur Direnişinden sonra yazılabileceğini anlarsınız. Direnişin destanı tüm zalimlere karşı, tüm eşitsizliklere karşı kendi özgür yaşamını kurmanın direnişini kara kışın ortasında aylarca sürdüren gençlerin yaşam öncülüğüne olan borcumuzu ödemek için yazılacağının farkına varırsınız. Çünkü bu yaşamı yansıtan sözcükleri okuduktan ve duyduktan sonra ya öleceğiz ya da özgür yaşamın yaratıcısı olacağız.
Yaşamın sırları ve kentlerin sırları birbirine benzer. Yaşamın surları ve kentlerin surları da birbirine benzer.
İnsan yaşamında ölümün içinde ölümsüzlüğü yaratanlar vardır. Kendileri ölümsüzleştikleri gibi ölümsüzlüğü yaratıp adresini tüm insanlığa veren insan abideleri vardır. Sur’da yaşamın sırrını çözen ve yeni bir sır yaratanlar, tam da bu insan abideleridir.
Sur’da Sır olanların öykülerini dinlediğinizde oradaki her bir direnişçinin yanına gider, soluğunu hissedersiniz. Nucan’ın saçlarını taramak istersiniz. Agır’ın, direniş zamanının tek bir anını kendine, kendi bedenine ayırmayan Agir’in ellerinden tutup onun giysilerini yıkamak istersiniz.
Sur’un taşlarına dokunup o taşları tek tek barikatlara taşımak istersiniz.
Varsa çantanızın bir köşesinde bir ayna, tutup o aynayı eline vermek istersiniz bir direnişçinin.
Sur’da sır olmak istersiniz.
Dilzar DÎLOK