- Home
- DEMOKRATİK ULUS
- EĞİTİM
- Öz savunma -1: Güdüsel bir refleks değil, yaşamsal bir ilke

Öz savunma -1: Güdüsel bir refleks değil, yaşamsal bir ilke
Öz savunma, canlı varlıkların kendilerine yönelen her türlü tehdit veya saldırıyı öz güçleriyle boşa çıkarma ve bertaraf etme bilincini ve yeteneğini gösterebilmeleridir. Her canlı için var olmanın yegane yoludur. Varlığın kendi güvenliğini sağlaması, kendini özgür kılması mücadelesidir. İnsan türü ve toplum için bir bilinçtir. Kendini savunma, koruma, var etme, varlığını sürekli kılma bilinci. Bir yaşam çizgisi, örgütlülüğü, ahlaki-politik bilinci olarak da yorumlanabilir.
Salt şiddet içerikli saldırılar karşısında kendini savunmaktan ibaret değildir. İdeolojik, kültürel, inançsal saldırılar karşısında kendini savunmak öz savunmanın cevherini oluşturmaktadır.
Önder APO öz savunmayı, “en temel bilinç, örgütlülük ve eylem işi” olarak tanımladı. Kendisi olma ve savunabilme bilincidir. Yine Sokrates “kendini bil” öğretisini yaparken öz savunmanın gerekliliğine işaret eder. Ya da öz savunmanın temeline “kendini bil” adımını koyduğunu söyleyebiliriz. Demokratik ulus bireyleri olma yolunda ilerlerken, öz savunmaya vazgeçilmez bir ilke olarak bakmak en doğrusudur.
Kimi boyutlarıyla öz savunma bilincini daha da somutlaştırırsak; evrenimizin kendini var etme ve varlığını sürekli kılma mekanizmasında öz savunmanın başat rol oynadığını görebiliriz. Canlı bir evrenden söz ediyoruz. Evrenimizin sürekli işleyen bir hareket tarzı var. Galaksimiz envai çeşit renkliliğine sahip. Bu renkliliğin kendi arasında bir uyumu söz konusu. Galaksimizin sarmal kollar şeklinde hareket ettiği belirtilir. Ve algımızın, algıladığımızın çok üstünde bir hızla ve uyumla hareket halindedir. Belki de uzay ve zaman boşluğundan gelebilecek bir tehlikeye karşı kendini savunma pozisyonundadır. Galaksimiz keşfedilmeyi bekleyen hazine misali başucumuzdayken, evrenimiz içinde olan canlıların savunma mekanizmalarını irdeleyebiliriz.
Bir mücadele yöntemi olarak özsavunma
Gerçek şu ki; öz savunması olmayan bir canlının varlığını olduğu gibi sürdürmesi mümkün değildir. Sürekli başkalaşıma uğrayan pozisyonda olur ya da uzay boşluğunda asılı kalır. Kuantum disiplininde ölüm olgusunun ortadan kalktığını görüyoruz. Yaşamın; canlının, enerjinin form kazanmış hali olarak düşünebilir ve kendini sürdürme çabası olarak algılayabiliriz. Zaten tüm canlılarda bir mücadele yöntemi olarak karşımıza çıkıyor öz savunma. Çünkü öz savunma mekanizması olmadan küçük veya büyük hiçbir canlı varlığını sürdüremez ve başkalaşıma uğramaya mahkum olur. Başkalaşıma uğrayan canlı, yeni formunda da öz savunmasını aktif kılmazsa yine başkalaşıma uğrar ve bu döngü böylece devam eder.
Atomu parçalayan Einstein, en küçük parçanın atom değil, atom altı parçacıklar olduğunu gösterdi bizlere. Atom’un bir zarla kaplı olduğunu, bu zarın atom altı parçacıkların bir araya gelenek, varlıklarını sürdürme ihtiyacından oluştuğunu gösterir. O zarı atom altı parçacıkların öz savunması olarak görebiliriz. Yine son derece hareketli ve kendi etrafında dönüşler yapan elektronların üzerinde yapılan deneyler hayli öğreticidir.
Çembere alınan elektronların daha fazla hızlanma eğilimi içinde oldukları görülür. Git gide daralan çemberin elektronlarda, bu çembere karşı bir tahammülsüzlüğe yol açtığı ve kaçıp kurtulmaya yönelik eğilimini hızlandırdığı açığa çıkıyor. Elektronlarda görülen bu durum; varlık alanı daralan ve yok edilmeye çalışılan şeyin-canlının direnişe geçtiğini, kendini yaşatma eğiliminde olduğunu, bunun da savunma refleksi olduğunu gösterir bize. Güdüsel bir refleks değil, yaşamsal bir ilke olduğunu söyleyebiliriz.
Önder APO İmralı’da yazdığı savunmalarında ifade etti. Canlılar dünyasında tek bir türün savunmasız olmadığını, hatta her elementin, her parçacığın varlığını korumak için gösterdiği direnci öz savunma olarak tanımlayan Önder APO, “Bu direnci yitirdi mi o element veya parçacık bozulur, kendisi olmaktan çıkar, başka bir unsura dönüşür. Canlılar âleminde ise öz savunma direnci kırıldı mı, o canlı ya başka canlılara yem olur ya da ölür” demektedir.
Zeryan Faraşin