- Home
- ŞEHİTLERE İLİŞKİN
- Merhaba Jiyan…

Merhaba Jiyan…
Yeni doğan her çocuğu, günü ve gökyüzünü böyle selamladı bulutların beslediği toprak. Ve her yeni doğanın kulağına ateşle örülmüş bir isim fısıldardı toprak. Bu, yeni doğan için ilk ve en önemli adımdı. Bu ritüelden sonra sonsuzluğa değin aşkın ve hakikatin peşine düşecekti yeni doğan…
Umut doğuran kadınlar vardı bu topraklarda. Her umut sancılı bir bekleyişle sancılı bir zamana doğardı. Bazı umutlar an’a yüreğin de iyi beslenmez, kısacık bir an’a yeterdi. Bazı umutlar ise bir halkın özgürlük tutkusunu besleyen birer çağlayana dönüşürlerdi.
Jiyan’ da o çağlayanda doğmuş tu. Yüzyılların karanlığını aydınlatan ışıklı bir umut çağlayanında…
Gümüş renkli gülüşlerin süslediği sevdası sur’a taşımıştı onu. Dicle’nin kırmızıya yakın mor renkte aktığı Sur’ a, anaların gözleri gibi derin, kederli, rengârenk Sur’a…
Daha öncede birçok can, özgürlük aşkı ile kesilen soluklarını dizginlemek için bu küçelere sığınmış; heyecandan titreyen elleriyle sarı Sûr çiçeklerini sulamış, bedenlerinin ateşiyle uzandıkları bu toprağı kutsamışlardır. Mahsum’un, Kadri’nin, Avesta’nın gülüşü can olmuştu susuzluktan inleyen, mermisi bitmiş yaralı savaşçıya…
Bu bir efsaneydi. Yetmiş yıldızın yazısız, sözsüz efsanesi. İnce ince işlenmişti bu efsane. Boyası kan ve barut, kağıdı bir su damlası olan ebru gibi. Renkli, akışkan, yetmiş dalgalı bir ebru gibi.
Ebru sabır isterdi, sadakat isterdi. Genç düşler, zeki ve parlak gözler, ateşle tutuşan yürekler isterdi ki toprakla bütünleşsin. Toprağın koynunda kefensiz uyumuş her ay parçasından bir renk alıp efsaneye işlesin. İsimlerini, yüzlerini ve güzel gülüşlerini sonsuzluğa taşıyabilsin.
Yüz beş günün sonunda tamamlanmak üzereydi efsane. Her bir özgür gülüş bir renk vermiş sonra usulca uzanmış Sur’un kandan kızarmış toprağına. Sadece yedi renk kalmıştı geriye. Yedi kadim renk. Onlar gökkuşağının renkleriydiler. Onlar Jiyan ve yoldaşlarıydılar.
Resmi tamamlayan Jiyan, gülümseyerek baktı yerde yaralı, aç ve susuz uzanmış yoldaşlarına. Eski bir ermeni evindeydiler. 1915 soykırımından yaralı kurtulmuş bir odada yaralı yedi yıldızdılar 2016 Mart’ında.
Gülümsedi Jiyan yoldaşlarına. Bolu’dan İzmir’e giderken mırıldandı hüzünlü türkülerin yerini İzmir-Amed yolunda, özgürlük marşlarına, devrim halaylarına nasıl bıraktığını hatırladı. Şimdi de yoldaşları ondan devrimin, özgürlüğün, umudun ve zaferin şarkısını istiyorlardı.
Yaralıydı yaralı olmasına ama güzel gülüşlerle sardığı yarası yoldaşlarına; çağlayan umudun, ateşten toprağa, efsane zaferin şarkısını söylemesine engel olamazdı.
Çünkü o Jiyan’dı. Her yüreğe umut doğuran bir ana, yara saran bir hemşire. O, büyük komutan Çiyager’in yüce iradeli ‘’Küçük militanı’’, Gürkan, Sonay, Gülistan ve Uğur’un son nefesleri. Zaferden sonra Sur ve Hewsel bahçelerinin üstünde doğan gökkuşağının mavi rengi; umudun, düşün, zaferin rengi…
Şimdi yaratıkları efsane yüreğimizde, söyledikleri türküler tüm dilerde yankılanıyor. Sur küçelerin de hala umut kokan düşleri dolaşıyor. Bakmayın Sur’un sessizliğine. O sessizliğinden yeni Sur’lar doğuruyor. Yeni Viyan’lar, Sonay’lar, Cihat’lar doğuruyor. Kutlu olsun! Yeni insanlık Sur fedailiğinde yaratılıyor…
Sara EROL