YPS’nin 1. Yıldönümü ve Demokratik Özerklik Hakikati Murat KARAYILAN

By on 19 February 2017 0 894 Views

 

Kürdistan’da Demokratik Özerklik ilanı ve bu temelde gelişen şehir direnişleri, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin tarihinde yeni bir aşamadır. Bu yeni aşamanın bir çok özelliğinden bahsetmek mümkündür. Bunların en önemlileri şöyle sıralanabilir:

Birincisi, çağımızda merkezi yönetimlerin değil, yerel yönetimlerin daha fazla gelişmekte olduğu bir gerçektir. Esasen kapitalist modernitenin bir ürünü olan merkeziyetçi, tekçi ulus-devlet modeli giderek aşılmaktadır. Bugün yeryüzünde merkeziyetçiliğin değil, yerelliğin ve çoğulculuğun esas alındığı sistemler daha fazla öne çıkmakta ve demokratikleşme de bununla bağlantılı olarak gelişebilmektedir. Bir sistem, yönetiminde ne kadar yereli esas alıyorsa, merkezi yönetimle yerel yönetim arasında ne kadar denge varsa ve tüm kesimlerin kendilerini temsil edebildiği çoğulculuğu ne kadar uyguluyorsa, o ülke o kadar demokratiktir. Yerel yönetimler sistemi, farklı kültürlerin bir arada yaşamasının da formülüdür. Farklı kültürlere sahip toplumlar ancak otonomi, özerklik, federasyon gibi modellerle bir arada yaşayabilmektedirler. Tek ulus yaratma istemiyse, esas olarak bağrında soykırım taşıyan bir eğilimdir. Böylesi bir durumda bir ulus yaratmak isterken, bir ülke toprakları üzerinde yaşayan değişik kültürleri eritiyorsun. Farklı kültürleri kırımdan geçirmek anlamına gelecek olan bu uygulamalar şüphesiz bir jenosidi ifade eder. Bu jenosidin kültürel ya da fiziki olması bir şeyi değiştirmez.

Kısacası yerel yönetim hakkı, farklı kültürlerin bir arada yaşayabilmesi açısından evrensel olarak tanınan bir haktır. Bu hakkın bir gereği olarak, her ulus, her topluluk, kendi doğal-kültürel yapısı ile yaşamını sürdürebilmelidir. Bunu talep etmek, korumak ve geliştirmek bir insani haktır.

Ama bu hak Ortadoğu’da tanınmadığı gibi, ayaklar altına alınmış durumdadır. Ortadoğu’daki gerçeğe dayanmayan suni yapılanmalar sonucu oluşan devletler, daha çok otoriter, merkeziyetçi, dolayısıyla milliyetçi, ulus-devletçi anlayışlarla donatılmışlardır. Aslında bu, Ortadoğu’nun tarihsel-kültürel geleneğinde yeri olmayan bir durumdur. Ortadoğu’da bir çok kültür, bir çok din, bir çok mezhep büyük bir zenginlikle bir arada yaşayagelmiştir. Ortadoğu, bir topluluklar mozaiğidir. Ama emperyal güçlerin Ortadoğu’ya müdahalesi ardından oluşturulan yapılanmalara, bu ulus-devlet gömleği giydirilmiş ve bu biçimde halklar birbirine kırdırtılarak, parçalanarak aslında güçsüz kılmanın bir yolu olarak bu uygulamaya konulmuştur.

Yerinde bir adım olarak Demokratik Özerklik ilanları

Bugün Türkiye’de Kürt sorununun Türkiye’nin birliği çerçevesinde çözüme kavuşması da ancak bu modelle mümkündür. Bunun için demokratik özerkliğin bir çözüm formülü olarak ilan edilmesi çok önemli bir çözüm iradesinin ortaya konulması anlamına gelmektedir. Önder Apo, paradigmasal temele dayandırdığı demokratik özerkliği en uygun çözüm biçimi olarak belirlemiştir. Hem Türkiye’nin demokratikleşmesi, hem de Kürt sorununun çözümü için demokratik özerklik modelini tüm Türkiye sathı açısından gerekli bir sistem olarak öngörmüştür. Bu açıdan Türk sömürgeciliği bu çözüme gelmeyip savaşı başlatınca, Kürdistan’da halk meclislerinin yerinde yönetim anlayışıyla demokratik özerklik ilanlarını yapması çok doğru ve yerinde bir adım olarak pratikleşmiştir. Aslında çözüme gelmeyen AKP devletine rağmen, Kürdistan halkının kendi çözümünü kendisinin dillendirmesi anlamına gelmektedir. Önder Apo, “demokratik özerklik bir hakikattir” derken, hem Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, hem de Kürt sorununun çözümünün yegane biçimi olduğu için bunu söylemiştir. Böyle bir model hem Türkiye’yi demokratikleştirecek, hem de Kürdistan’da toplumsal barışı kalıcı kılacak bir çözümü geliştireceği için tüm Türkiye ve hatta bölge halkları açısından bir önem taşımaktadır.

Bu nedenle AKP ve sömürgeci sistem temsilcilerinin ağız birliği yaptığı, “demokratik özerklik Türkiye’yi bölme girişimidir; Türkiye’yi parçalamadır; bölücülüktür” söylemleri tamamen bir çarpıtmadır; gerçeğin tersyüz edilmesidir. Demokratik öz yönetimlerin ilan edilmesi girişimi, Türkiye’nin parçalanması değil, tersine demokratik-eşit-özgür birliğini kurma amacını taşıyan önemli bir tarihsel çıkıştır. Ancak AKP kendi iktidarını ve hedeflediği başkanlık sistemine ulaşabilmek için Kürtlere düşmanlık yapıp karşıya alma, şoven, milliyetçi tabanı yanına almayı gerekli kıldığı için çözüm masasını devirerek savaşı başlatmıştır. Bu temelde stratejisini pekiştirmeyi hesapladığı ve böylece devlete tam olarak hakim olabileceğini düşündüğü için, Türkiye’nin bekasını ortaya atarak elindeki tüm devlet imkanlarını ve diplomatik-siyasi-askeri gücünü, demokratik özerkliği ilan eden şehirlerin üzerine yöneltmiştir.

YPS’nin kuruluşuna zemin olan faktörler

Normalde Türkiye içerisinde bir sorunun çözüm adımları olarak pratikleşen bu girişime bu biçimde yaklaşıp en sert şiddetle üzerine gitme durumu karşısında şehir meclislerinin ilan ettiği, demokratik özerkliği mahallelerde kitle gücü ile savunma perspektifi temelinde, gençliğin de ‘polis girmesin’ diye hendek kazdığı, barikat açtığı, caddelerde derme çatma bir takım ferdi savunma aletleri ile beklediği bir süreç gelişti. Bu, bir toplumsal istenç olarak ortaya konulan bir talepti. Devletin yerel otoritesini reddetme, devletin kendi mahallesine girmesini istememe, devletin oradaki yerel yönetimini tanımama ve kendi yerel yönetimini oluşturma ekseninde gelişen bir toplumsal-demokratik istemin gelişmesi çerçevesinde şekillenen bir süreçtir. Ama daha başta polisin bütün gücüyle yönelmesi; o yöneldikçe karşısında direnişin de daha güçlü bir biçimde ortaya konulması, AKP’nin daha fazla şiddetle yönelmesine yol açtı. 14 Aralık 2015 tarihi itibarıyla sadece Polis özel harekat güçleri değil, tüm ordu gücü, özel kuvvetleriyle, tanklarıyla, toplarıyla ve bütün imha edici silahlarıyla mahalleleri savunan halka ve gençliğe dönük bir saldırıyı başlattı.

Doğal bir hak istemiyle ortaya çıkmış olan bir halk hareketinin bu denli yüksek düzeyde bir devlet terörü ile yüz yüze kaldığı bu ortamda Yekineyên Parastina Sivîl’in (YPS – Sivil Savunma Birlikleri) kurulmuş olması önemli bir husustur. YPS, Kürdistan gençliğinin YDG-H biçiminde örgütlenip bu süreçte bir iradi hareket olarak kendini ortaya koyması, düşmanın bu saldırıları karşısında mahalleleri savunan bir güç haline gelmesi ve yine daha önceden örgütlenen yerel birliklerin de bu sürece bu biçimde dahil olmasının yanı sıra, çeşitli kesimlerden gelen tüm gençlik bileşimlerinin birleşerek kendi içinde daha derli-toplu, daha düzenli, daha örgütlü ve amatörlüğü aşan bir tarzla direnebilmesi için yerel düzeyde kurulmuş bir yapıdır. Burada önemli olan, bunun bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmış olması ve yine savaş içerisinde direnme arzusuyla bu yapının kendini örgütleyebilmiş olmasıdır. Anlamlı olan yanı budur. Ve bu sürecin ikinci önemli özelliği de bu olmaktadır.

Yani YPS, herhangi bir yerde, masa başında ya da bir toplantıda kararla kurulmuş bir örgüt olmuyor. Pratik ihtiyaç içerisinde başta çeşitli şehirlerde bir araya gelerek bu ismin kullanılmış olması, daha sonra bunun giderek diğer şehirlere de yayılması ve daha sonra da ortak bir koordinasyona ulaşması şeklinde gelişen bir süreci izleyen bir örgütlenme süreci yaşanıyor. Bu örgütlenme süreci boyunca direniş içinde şekillenerek gelişen ve bir takım eski tecrübeli kadroların da gelip destek amaçlı direnişe katılım göstermesiyle birlikte savaş performansını da oldukça geliştiren, bu açıdan belli bir yetkinlikle ordunun müdahalesine karşı direnişi geliştiren bir gençlik örgütü olarak, savunmayı üstlenmiş bir yapı olarak tarihe not düşecek bir direniş sürecini ortaya çıkardı. Kürdistan’ın bu şehirlerinde çok tarihi bir direniş şekillendi. Başta Mehmet Tunç, Sêvê Demir, Pakize Nayır, Asya Yüksel, Fatma Uyar gibi sivil, halktan olan devrimcilerin gerçek halk öncüleri olarak ortaya çıkması, onuru ve şerefi için “teslim olmayacağız, sonuna kadar direneceğiz, ardımızdan gelenler bizimle gurur duymalı” diyen bir duruşla ifadeye kavuşmuş olması, Kürdistan’da çok tarihsel bir halk hareketinin gündeme girmiş olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Kısacası gelişen direniş süreci, bu direnişte yurtsever halk güçlerinin yüksek bir direnme istemine sahip olduğunu ve bunun gerekli kıldığı fedakarlıkları yapmaya da açık olduğunu göstermiştir. Bilindiği gibi değişik zamanlarda demokratik özerklik ilan edilmiş ama 2015 Ağustos ayı ortalarından itibaren şehir direnişlerinin başladığını varsayarsak, kimi yerlerde Cizre ve Sur’da olduğu gibi 6 ay, kimisinde de Nusaybin ve Şırnak’ta olduğu gibi 10 ay boyunca bir direniş süreci yaşanmıştır.

Zamanında yapılmayan görevler ve Kürdistan halkının fedakarlığı

Burada iki olgudan bahsetmek mümkün: Birincisi, gerçekten Kürdistan halkının büyük bir kararlılıkla demokratik özerkliği sahiplenmesi ve bunun için gerekli fedakarlıklara açık olmasıdır (ki halkımız bunu pratikte göstermiştir). İkincisi ise bu halkı böyle bir direnişe hazırlaması gerekenlerin zamanında görevini yapmamasıdır. Demokratik özerkliği 9 boyut temelinde örgütlemeye yönelimin gelişmesi için, Önder Apo’nun yıllar öncesinden sunmuş olduğu perspektifleri vardı; yine bu yönlü bir çok çerçeve ve tartışma söz konusuydu. Ancak demokratik özerkliğin inşa çalışmaları yeterli düzeyde yürütülmeden, ilan edilmiş oldu. Zorlanma bundan yaşandı. Öyle ki bir çok insanımız bundan haberdar bile edilmedi. Bu yönde geliştirilmesi gereken örgütlenme ve faaliyetler geliştirilmedi. Orta sınıf eğilimi, Kürt demokratik siyasetinde hakim hale geldi. Türk sömürgeci gerçeğini göz ardı eden, bu temelde her şeyi tozpembe gösteren yaklaşımlar geliştirildi. “Önderlik diyalog sürecini geliştiriyor; HDP de seçimlerde sonuç alıyor; o zaman bu iş bitmiştir” diyerekten toplumu rehavete sevk eden algının oluşmasına yol açan bir çok çabanın geliştiği bilinmektedir. Yani yaşanan bir takım olumlu gelişmeler olmasına rağmen, Türk sömürgeci devlet karakterini göz önünde bulundurup kendini zor günlere hazırlayan, dolayısıyla da göreceli bazı olumlu gözüken şeylere kanmadan toplumu bilinçlendiren, zor koşullara hazırlayan bir devrimci çalışma olmamıştır. Bu yüzden düşman sert yöneldiğinde, özellikle de sosyal-ekonomik yaşam imkanlarını ortadan kaldıran ablukalar geliştirildiğinde, elektriği suyu kestiğinde, fırınları kapattığında, halkın günlük yaşam malzemelerinin şehre gelişini engellediğinde ve sıkı bir kuşatma ile en ağır silahlarla saldırı geliştirildiğinde orada toplumun yaşayabilmesinin olanakları sıfırlandı ve halktan şehadetler yaşandı. Fakat belirtilen 9 boyut temelinde bir hazırlık olsaydı, böyle bir zorlanma olmazdı. Ekonomi, öz savunma, sağlık, eğitim, vb. alanlarda halkımız bu tür yönelimlere karşı önceden alınan tedbirler ekseninde örgütlülüğe kavuşturulmuş olsaydı ve bu konuda toplumsal bilinç ve ortak kararlaşma olsaydı, bu biçimde zorlanma yaşanmazdı ve göçler de olmazdı. Dolayısıyla sonuç daha farklı olabilirdi. Kısacası halkın yüksek fedakarlığı ve Mehmet Tunçların şahsında görülen gerçek önderlerin fedaice duruşu karşısında, görevini zamanında yapmayanların durumunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu görevleri yerine getirme sorumluluğunda olan kadro ve yönetimlerimizin dönemsel görevlerini yapmaması tarih karşısında işlenmiş bir suçtur. Bu farklı zeminlerde tartışılacak ve hesabı sorulacak husustur. Ama buna rağmen yani yaşanan bütün yetersizliklere rağmen halkımızın büyük bir direniş göstermiş olması sonucu önemlidir. Bu sürecin en önemli özelliklerini sayarken, üçüncü sırada buna değinebiliriz.

Ortaya çıkan büyük fedai ruh

Dördüncü bir özellik ise, amatör olan alt yapıya ve hazırlıkların çok ciddi yapılmamasına rağmen ortaya çıkan yüksek fedai ruhtur. Mehmet Tunçların ve Sêvê Demirlerin duruşu bunun açık göstergesidir. Özellikle de savaşın sertleşmesi ardından kitlenin şehirleri boşaltmak zorunda kalmasına rağmen direnişte ısrar edilip yüksek bir kararlılık ve fedai ruhla sürdürülmüş olması, bu direniş sürecinin en çarpıcı özelliğidir. Büyük komutan Çiyager’in “son ne olursa olsun muhteşem olacaktır” demesi, aslında büyük bir amacı, zafere kilitlenmiş bir ruhsal düzeyi ifade etmektedir. Onlar düşmana teslim olmayarak, sonuna kadar direnerek zaferin yolunu açmayı hedeflediler. Bu direnişlerle zaten bunu ortaya koymuş oldular. Yani Çiyagerlerin, Xebatkarların, Zeryanların, Rûkenlerin, Çekoların, İslamların geliştirdikleri o direnişlerin anlamı aslında budur. Bu direnişler, Mehmet Tunç’un dediği gibi, “ardımızdan gelenler bizimle gurur duysun; davamızda başarıya yürüsün” mesajını veren büyük tarihsel direnişler olarak Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nde yeni bir sayfayı açmışlardır. Bu sayfa, görkemli direnişlerle ve büyük yiğitliklerle süslenmiş bir şekilde halkımızın direniş tarihine eklenmiştir.

YPS bu ruhla kuruldu. YPS’nin bir yıl gibi çok kısa bir süre kurulmuş olmasına rağmen büyük bir direnişi bağrında taşıyor olması, onun geleceğinin de parlak olacağını gösteriyor. Kürdistan gençliğinin direniş içerisindeyken YPS’yi kurması ve yaşadığı Apocu fedai ruhu zirvelendirerek onu şekillendirmiş olması, takdire şayandır. Tarihe mal olmuş bir direniş süreci içerisinde kurulan böylesi bir örgütün geleceğinin parlak olacağı kesindir. O kahraman fedailerin ardılları, önderlerinin takipçiliğini esas alırlarsa, başaracakları da şimdiden bellidir. Çünkü o komutanlar, zaten yolu açmak için bu biçimde yüksek fedai ruhla yürümeyi ve bir kahramanlık destanı yaratmayı hedeflediler.

Sömürgeciliğin korkusu ve YPS’nin yeni dönem görevleri

Beşinci ve bu yazıda son olarak belirteceğimiz diğer bir özellik ise, bu şehir direnişleri ile birlikte mücadelemizin dönemsel stratejisi olan Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nin bir biçimde yaşama geçmiş olması durumudur. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi, halkın da devrimci mücadelenin her safhasına katılım gösterebildiği bir aşamadır. Bunu, bu şehirlerde yaşanan öz yönetim direnişlerinde gördük. Bu direnişi geliştirenlerin hepsi, daha önceden mücadeleye katılmış, eğitim görmüş, militan diyebileceğimiz kadrolar değildi. Büyük bir çoğunluğu halktan gelen gençlik ve halkın kendisinden oluşmaktaydı. Ancak buna rağmen çok büyük yiğitlikler sergilenmiştir. Şırnak’ta, Nusaybin’de, Sur’da, Cizre’de, hiçbir eğitim görmemiş o gençliğin adeta bir kaplan gibi düşman karşısında direniyor olması, aslında gençliğin taşıdığı cevheri göstermektedir.

Artık Kürdistan halkı, Devrimci Halk Savaşı’nın sonuç alıcı olacağı bir aşamayı yaşamaktadır. Bunun karşısında düşman ise çılgına dönmüştür; Rojava’ya saldırmış, Güney’e saldırmak istiyor, kültürden siyasete bütün Kürdistanî kurumları hedefliyor; belediyelere kadar her şeye el koyuyor. AKP sömürgeciliğinin bu kadar hukuk dışı ve insanlık dışı uygulamalarla faşizmi tırmandırıp toplumu bastırmak istemesinin nedeni aslında Kürdistan gençliğinin yaşadığı bu yüksek ruhtan duyduğu korkudur. O, bütün bu yönelimleriyle Kürt toplumunu sindirmeyi ve gençliğin yaşadığı o fedai ruhu söndürmeyi istemektedir. Bunun için başta gençlerin yoğun bulunduğu yerler olmak üzere her yere polisler yerleştirilmiş, denetim kurulmak istenmektedir. İnsanlar adeta tek tek takip altına alınmaktadır. Türk devletinin bütün çabası, yoğunca yaşama geçirdiği özel ve psikolojik savaş yöntemleriyle, bugün Amed’ de Gever’de, Cizre’de ve Nusaybin’de gençliği baştan çıkarmaktır. Türk sömürgeciliği ilk kez Kürt gençliğinden bu denli korkar hale gelmiştir. Onun korkusu gençliğin YPS’leşmesi; YPS’nin ise Sur’da, Cizre’de, Şırnak’ta, Nusaybin’de geliştirdiği direnişi genelleştirmesidir.

Bu açıdan tüm YPS’li genç yoldaşlar, kendilerini sadece bir direniş gücü olarak görmemelidir. Madem kendilerini bir sivil savunma gücü olarak tanımlıyorlar, bu sivil savunma gücü sadece eli silahlı sokağın başında bekleyen bir savunma gücü olmamalıdır. Özellikle toplum içerisinde kök salarak özel savaşın bütün saldırılarına karşı toplumu savunabilmelidir. Düşmanın ideolojik saldırısı mı var, ideolojik olarak savunabilmeli; siyasi saldırısı mı var, siyasi olarak savunabilmeli; toplumsal-sosyal açıdan mı saldırısı var, toplumsal-sosyal açıdan bu saldırıların önüne geçip göğüs germelidir. YPS, düşmanın bütün düşürücü uygulamalarını boşa çıkarmalı, başta gençlik ve kadın olmak üzere tüm halkın örgütlenmesinin öncülüğünü yapabilmelidir.

Bugün direniş cephesi genişlemiştir. YPS ilk kurulduğunda direniş cephesi sokakların başında çatışma biçimindeydi. Şimdi yine silahlı direniş, eylem, vs. görevler vardır ve bunlar yine ön plandadır ama YPS kendi görevlerini sadece böyle tanımlayamaz. Bu dar bir ele alış olur. YPS, toplum içerisinde sivil bir faaliyet olarak kendisini örerek örgütlerken, sömürgeci düşmanın bütün saldırılarına karşı gerekli tedbirleri geliştirerek ancak toplumu gerçek anlamda savunabilir. Bugün düşman, eğer Gever’de, Cizre’de gençliğe dönük düşürme, kötü alışkanlıklara alıştırma, kahvelerde ve benzeri mekanlarda bilmem her türlü toplum dışı alışkanlıkları geliştirme çabasını sergiliyorsa, YPS’nin de bunlara karşı tedbirleri olmalıdır. Özcesi YPS’nin kalkıp da kendisini bir HPG gibi, bir gerilla gücü gibi ele almaması gerekir. Evet; gerektiğinde o da silah kullanabiliyor, eylem yapabiliyor ama onun temel görevi sadece bu değildir. Bununla birlikte örgütlenmedir; hücreleri geliştirmedir. Her yerde kendini güç haline, irade haline getirmedir. Örneğin, metropoldeki tüm gençlik kendisini bir sivil savunma gücü olarak örgütleyebilmelidir. Bu illa silahlı olmalı diye bir kural yok. Doğrudur; bir savunma gücü olması itibarıyla halkını ve kendisini savunması gerekmekte ve bunun için gerekli araçlara sahip olmalıdır. Ama unutmayalım ki en iyi savunma aracı örgütlenmektir. Sen toplumu ne kadar örgütlemişsen ve kendi içindeki örgütlenmeyi ne kadar sıkı hale getirmişsen, savunman da o kadar güçlü olacaktır. Kaldı ki, düşmanın insanların nefes alışlarını bile denetim altına almaya çalıştığı günümüzde çok sıkı örgütlenme, disiplin ve gizlilik olmadan hiçbir şey yapılamaz; hele savunma görevi hiç yerine getirilemez.

Bu açıdan YPS’nin ikinci mücadele yılının daha kapsamlı karşılanması gerektiğinden söz ediliyorsa, bu, görev kapsamının bu denli geniş ele alınmasından dolayıdır. YPS’nin görev kapsamı geniştir. YPS, toplum içerisinde düşmanın her türlü saldırısı karşısında durabilen, bilinçle, ideolojiyle, siyasetle, örgütlenmeyle ve kültürle düşman saldırıları karşısında direnebilen bir yapı olmalıdır. Kendi gerçeğinde ısrarı esas alan ve eğer şiddetle üzerine geliniyorsa gerektiğinde silahla da bu savunmayı pratikleştirebilen bir örgütlenme düzeyine kavuşmalıdır. Eğer YPS ikinci yılında mücadele alanını bu biçimde ele alıp pratikleştirmeye yönelirse, savunmak adına kurulduğu demokratik özerklik sistemlerinin de bir geçerliliği olur.

Demokratik özerklik artık bir yaşam biçimi olarak ele alınmak durumundadır. Düşman istediği kadar reddetsin; demokratik özerkliğin ilan edildiği şehirlerimizi yerle bir etmiş olsun; biz artık kendimiz bu düşmandan ayrı, bağımsız, kendi kendimizi yönetecek şekilde örgütlenmeye karar vermişsek, bizim için önemli olan bu karar ve bu karara olan bağlılığımızdır. Yani demokratik özerklik bugün halen örgütlenmeyi beklemektedir. Demokratik özerklik perspektifi, toplumun kendini yeniden örgütleyerek onu yaşamsallaştırması gereken bir perspektiftir. Günceldir, canlıdır ve halkımız açısından ulaşılması gereken bir hedeftir. Bunun için bir hakikattir. Çözüm de böyle gelecektir. Bizler, bugün kendi kendimizi örgütleyerek, kendimizi her bakımdan yeterli hale getirerek demokratik özerkliği gerçek anlamda yaşamsallaştırma göreviyle karşı karşıyayız. Toplumumuz yönünü buna dönmüştür. Toplumsal var olmanın ve toplumsal devrimci çalışmanın ana hedefi budur. Başka türlü yaklaşım yanlış ve çizgi dışı olacaktır.

Geçtiğimiz süreçte, düşmanın sadece Kürdistan toplumuna değil, Kürdistan’ın binalarına ve sokaklarına karşı da kinle dolu bir saldırı durumu yaşandı. Bir çok vahşet yaşandı; zulüm politikası doruğa çıkarıldı. O güzelim tarihi mekanlarımızı, şehitlerimizin kanını döktüğü bütün o kutsal yerleri yerle bir etti. Türk Sömürgeciliği bütün vahşetini, gerçek faşist yüzünü, Kürt halkına ne kadar düşman olduğunu bu insanlık dışı pratiğiyle ortaya koydu. Amaçları Kürt toplumunu belleksiz hale getirerek her şeyi unutmasını sağlamak ve sözüm ona yeniden inşa ettiği o binalarda halkımıza hapislik yaşatarak halkımızı buralarda denetim altında tutarak ve rehabilite ederek yoldan çıkarmak ve davanın geçmişini zihinlerden silmektir. Tabii ki bunu başarmaları imkansızdır. Evet, bu ağır yıkım ortamında yoksul halkımız çok büyük bir eziyet yaşadı ve yaşıyor. Kuşkusuz toplumsal dayanışma ile halkımızın acılarını hafifleten çalışmaları yapmak, bunun için ne gerekiyorsa, onu gerçekleştirmek gerekiyor. Ama en iyi çözüm, toplumsal dayanışmanın sağlanması, demokratik özerkliğin özünde var olan komünal yaşamın geliştirilmesidir; birisinin evi yıkılmışsa, herkesin evini ona açması ve paylaşmasıdır; bu biçimde bir ortaklaşmanın komünal zihniyetin gelişmesidir.

Şehitlerimizin yolu zafer yoludur

Bizler, halk olarak bundan çok daha ağır badireler yaşadık. Tarihimiz, acılarla dolu bir tarihtir. Bu acılardan hareketle bunun hesabını sorma hamlesini geliştirmek, bizlerin boyun borcudur. Devrimcilerin görevi, sadece yaraları sarmak değil; yaraları sararken, onunla birlikte bir daha bu tür durumların olmaması için bunu yapanlardan hesap sorulması ve bunun için yaşananlardan ders çıkararak gerekenlerin daha doğru taktik, yol ve yöntemlerle yapılmasıdır. Bunun ise, doğru, zengin taktik hamlelerle devrimsel sürecin geliştirilmesi ve ülkemizde gelişen faşist dalganın kırılarak demokratik-özgür yaşamın yolunun açılması olduğu bilinmektedir. Bunun için eğer böylesi bir devrimsel görevi üstlenmişsek, o zaman yürütülen devrimci çalışmalara bütün gücümüzle katılıp bunu başarmalıyız. Şehir direnişlerinde destanlar yazarak şahadete ulaşan tüm kahramanlarımıza verdiğimiz sözü ancak böyle yerine getirebiliriz.

Bu temelde YPS’nin birinci kuruluş yıl dönümünü tüm halkımıza ve Kürdistan gençliğine kutluyorum. Kürdistan şehirlerini birer direniş abidesine çeviren o kahramanları bir kez daha anıyorum. Onların tarihi destanlarla açtığı yol, zafer yoludur ve bizler ancak bu yoldan yürüyerek bu yiğitlerin anılarını yaşatabiliriz. Hepimizin, tarihin bu önemli aşamasında sorumluluklarımıza sahip çıkarak başaracağımıza olan inançla tüm YPS üyelerini ve sempatizanlarını canı gönülden selamlıyor, tarihin bu önemli aşamasında, ikinci yıl mücadelesinde tüm YPS’li yoldaşlara üstün başarılar diliyorum.